Yönetmen: Jeremiah S. Chechik
Oyuncular: Ralph Fiennes, Uma Thurman, Sean Connery, Jim Broadbent, Fiona Shaw, Eddie Izzard, Eileen Atkins, Keeley Hawes, Shaun Ryder
Senaryo: Don MacPherson
Müzik: Joel McNeely
The Avengers kötü bir film. Ama bu onun suçu değil. Daha kişisel bir yorumla, diziden film olmaz! Bugüne kadar dizisinden film yapılmış hiçbir işi beğenmedim. O dizinin tek bir bölümünü izlememiş dahi olsam, sinema filmine istemeden, önleyemediğim bir önyargıyla yaklaşıyorum. Zaten dizinin olayı başka. Tutun ki Lost, Prison Break, 24 vs. bu saatten sonra tek atışlık bir film yapılsın. Çekicilik, gizem, büyü, karizma adına ne varsa sıfıra iner gözümde. “En heyecanlı yerinde bitme” kavramını hayatımıza sokan, haftalık sohbet kapasitemizin hatırı sayılır bir bölümünü işgal eden, bir haftanın 7 koca günden oluştuğunu hatırlatan, uzun soluklu istihdama katkıda bulunan, karakterlerini ailemizin bireyleri haline getirmeyi başarabilen bir olgudan söz ediyoruz.
Haberlerle birlikte, TV’nin en etkili silahlarından olan dizilerin, tamamen ticari kaygılarla uzun metraja dönüşümü kadar saçma bir yönelmeyi, sırf diziye olan esas duruşunu göstermek için yaptığını söyleyen yalancı zihniyete ne demeli? Geçmişin malı da ne denizmiş ki, sömür sömür bitmiyor. Usta oyuncuları, çocukluk kahramanlarını beyazperdede canlandırma fırsatını elde edeceklerini söyleyerek kandıran yapımcıların ve lekesiz bir mirasın üzerine çöreklenerek ceplerini doldurmaya hazır yönetmenlerin ürünü bu filmler, neyse ki önemli bir yüzdeyle tepe üstü çakılmışlardır. 60’lardan 70’lere kadar olan bir dönem içinde kelimenin tam anlamıyla moda olmuş, bizde Tatlı Sert adıyla gösterilen The Avengers dizisi, 70’lerden 80’lere uzanan döneme de damgasını vurmuş, flu çocukluk anıları arasındaki belli belirsiz yerini almıştı. Patrick Macnee’nin canlandırdığı John Steed, Diana Rigg’in oynadığı Emma Peel arasındaki müthiş kimyanın, İngiliz polisiye-mizah anlayışı ile birleşiminden ortaya çıkan dizi, TV’nin aptal kutusu etiketini hak etmediği zamanlar da olduğunu (tıpkı tutkunu olduğumuz günümüz dizilerinin de mesajı olduğu üzere) bize hatırlatmakta.
Zaten bu yeniden çevrim, veya alafranga tabirle remake hususu pek bir karışık. Bazı çok eski filmlerin yeniden yorumlanması, iyi ellerden çıktığı vakit tadından yenmezken, bazısı da resmen vakit, para, emek kaybı. Yaratıcılığın tıkanması mıdır, paraya sıkışma mıdır, saygı duruşu mudur (yeniden çekerek saygı nasıl oluyorsa artık), yeni nesile daha cilalı şekilde o filmi/diziyi tanıtım amaçlı mıdır nedir? Geçenlerde okumuştum. Bir aklı evvel yönetmen Rüzgar Gibi Geçti’yi “cover”layacak diye. Bu ne şimdi? Bunu yapacak adamı iyice dövmek lazım. Hadi şarkı coverlasan neyse. Bazı şarkıların coverları orjinallerini bile söğüt gölgesinde bırakabiliyor. Şarkıdaki yorumu hızlandırır, yavaşlatır, keman veya darbuka eklersin, heyecan verici bir yenilik yakalarsın. Rüzgar Gibi Geçti’yi nasıl coverlayacaksın? Baz Luhrmann’ın Romeo & Juliet’i gibi bir gudubet midir arayışın? O güzelim Tatlı Sert’in (bu arada Avengers kelimesini de bu şekilde çeviren muhtemel TRT görevlisinin tam bu ismi bulduğu an aklından neler geçiyordu acaba) The Avengers 98’e dönüşü de tam böyle bir şey işte. İngilizlerin dizi kültürlerine hayran biri olarak köklerin sağlamlığına iyi bir işarettir The Avengers.
İngiliz dizi kültürü demişken, BBC klasikleri, Emret Bakanım gibi nice örnekleri barındıran bu kültürün macera kanadı The Avengers ile kalmıyordu. 80’lerin ortalarında esen Dempsey & Makepeace fırtınasından da söz etmek iyi olur. Amerika’nın Mavi Ay’ına İngiltere’den rakip olan dizinin iki ortak polisi olan James Dempsey (Michael Brandon) ve Harry Makepeace (Glynis Barber) arasındaki itişmeli çekişmeli elektrik, David-Maddie ikilisinin ilişkilerine benzemekle birlikte, daha bir esrarengizlik barındırıyordu sanki. Steed-Peel kimyasının ultra gizemli mesafesinden farklı olarak, Dempsey & Makepeace’in ilişkileri alttan alta ılık bir romantizm içeriyordu ve bu durum feci şekilde çekiciydi. Macera yönü de o derece kuvvetli ve zekice olan dizinin ömrü Mavi Ay kadar olmasa da, yaratılan bu iki karakter kolay unutulmadı.
İngiliz dizi kültürü ve macera demişken de 77-83 yılları arasında sadece İngiltere’yi değil, gösterildiği tüm ülkeleri kasmadan kavurmuş, aralarında Johnny Depp, Guy Ritchie, Keifer Sutherland, Noel Gallagher, The Chemical Brothers, Robert Carlyle, Beastie Boys gibi isimlerin de bulunduğu milyonlardan oluşan hayran kitlesine sahip olan The Professionals’dan bahsetmemek ayıp olur. Aynı zamanda The Avengers’ın yaratıcısı olan Brian Clemens’in yapımcılığında, döneme göre sert, zeki ve son derece karizmatik bir prodüksyondu. CI5 (Criminal Intelligent 5) anti-terör birimine bağlı Ajan Doyle (Martin Shaw) ve Ajan Bodie (Lewis Collins)’nin kapıp götüren maceralarını izlemeden uyuduğum 1-2 gecenin acısını hala yüreğimde duyuyorum. Bu olağanüstü ikilinin şefleri George Cowley rolündeki rahmetli usta aktör Gordon Jackson ise, dizide kahramanlarımızın arkasını sağlama alan ve bu sayede izleyene güven veren bir babacanlığa sahipti. Bu kusursuz dizinin senaryo, oyunculuk, yönetim özellikleri kolay kolay unutulacak cinsten değildi.
Evet The Avengers kötü bir film. Sırf dizinin sırtından rant kazanma niyetinde olması yönünden değil. Tatlı Sert’ten haberi olmayan kesimi bile tavlayamamış derecede klişe bir dünyayı kurtarma hadisesini yavan bir şekilde işlediği için. Hem de üç güçlü oyuncusuna rağmen. Ralph Fiennes’i melon ve tonton insan Patrick Mcnee’nin oynadığı Steed rolünde yadırgamamak elde değil. Tepeden tırnağa deri giysiler içinde gördüğümüz, değil sarı eşorfman, patates çuvalı bile giyse çok iyi taşıyacağına inandığım Uma Thurman dahi 98 model Emma Peel olarak sırıtıyor. Sean Connery’den zaten kötü adam olmaz. Efektler pahalı, prodüksyon pahalı ama hiç tadı tuzu yok. Sıfırdan Steed-Peel ikilisi dizayn edilseydi böyle bir filmle ziyan edilir miydi bilinmez. Fiennes-Thurman ikilisinin yaydığı cinsel elektrik karşı konulamaz gelebilir ama aklımızın bir kenarında Mcnee-Rigg varken konsantre olamak zor. “Stylish” bir karizma ortaya çıkaran köstümler ve onları taşıyan bedenler kusursuz. Lakin vitrinin bir mağazaya çok para ve itibar getireceği yanılgısının güzel bir örneği The Avengers 98...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder