Yönetmen: Antoine Fuqua
Oyuncular: Richard Gere, Don Cheadle, Ethan Hawke, Wesley Snipes, Brian F. O'Byrne, Vincent D'Onofrio, Will Patton, Lili Taylor, Ellen Barkin, Jesse Williams, Shannon Kane
Senaryo: Michael C. Martin
Müzik: Marcelo Zarvos
Brooklyn’de siyah mafyaya sızıp isim yapmış Tango (Don Cheadle), yakın dostu, aynı zamanda hayatını kurtarmış olan Caz’ı (Wesley Snipes) ele vermesi için federaller tarafından sıkıştırılan bir polistir. Bu zor görevden sonra serbest kalıp eski hayatına geri dönebilecektir. Teşkilattan gizli bazı işler çevirerek para biriktirmeye çalışan üç çocuklu narkotik polisi Sal’ın (Ethan Hawke) astımlı karısı bu kez ikiz bebeklere hamiledir. Sal, bulduğu daha geniş bir eve taşınabilmek için kısa süre içinde para bulmak zorundadır. Baskınlar sırasında önünden binlerce dolar geçen Sal, normal yollardan bu parayı bulamayacağının farkındadır. Emekliliğine yedi gün kalmış olan sorunlu polis memuru Eddie (Richard Gere) ise, çaylak polislere yardımcı olmak amaçlı bir programa dahil edilmiştir. Çaylakların en tehlikeli yanı da çaylak olmalarıdır. Brooklyn’in en fazla suç işlenen bölgesinde birbirlerinden habersiz görev yapan bu üç polisi, meslek onuru, daha iyi bir gelecek ve iç huzur elde etmek için zor sınavlar beklemektedir.
Aksiyon yapımlarının önemli isimlerinden biri olma yolundaki Antoine Fuqua, Michael C. Martin’in senaryosunu yazdığı Brooklyn’s Finest’ta bu üç polisin iş ve özel hayatlarından derlediği üç bağımsız hikâyeyi, birbirlerine çelme takmayan karışık bir kurguyla başarılı biçimde sunuyor. Bu sayede üç filmin karışımından oluşan bir özet kimliği yakaladığı kadar, aksiyon ve dramı dengelemeye gayret gösteren ölçülü bir tavırdan yana olduğunu da belli ediyor. Bu iyi niyetini, özellikle filmin ortalarında bu üç hikâyenin gerginleştiği anları eşzamanlı olarak ve temposunu biraz daha yükseltip gerilim dozunu arttıracak şekilde kurgulamak suretiyle ustalığa çeviriyor. Aynı niyet, finale doğru giden yolda ve nispeten finalde de kendini gösteriyor. Nispeten çünkü, bana göre bu üçgenin en zayıf halkası olan Eddie’nin hikâyesi, bir süre sonra diğer ikisinden daha sönük kalıyor. Bu sönüklük, üç ayrı final yapması gereken filmin düzenini de yer yer bozuyor. Her ne kadar aktif halde görevdeyken belâdan uzak durup, emekli olunca adaleti daha kolay sağlayabileceğine dair ince bir sistem eleştirisi barındırsa da en zorlama final de Eddie’nin finali zaten.
Tango, Sal ve Eddie’nin yollarını kesiştirmek gibi bir kaygısı (iyi ki) olmayan Fuqua, sonlara doğru bu üç karakterini tesadüfen bir kavşakta bir anlığına aynı sekansa soktuğunda çok şık bir sahne yakalıyor. Buna benzer kısa anlar, filmlerin az zamanda çok şey söylemelerini sağlar. Tekinsizliğiyle nam salmış Brooklyn’in en tehlikeli kesitinde çalışan, birbirlerinden habersiz aynı caddelerde gezen, aynı yerlerde yemek yiyen üç polisin dramatik çıkmazlarıyla didaktik çıkarımlar ve anti kahramanlar üretilmeye çalışılmış. Seyirci üzerinde hedefini bulacak olan da vardır, bulmayacak olan da, hatta şansı olduğu halde yüzüne gözüne bulaştıran da. Buna bağlı olarak Don Cheadle ve Ethan Hawke iki köşeyi şüphe götürmez şekilde sağlamca doldururken, yine üçüncü köşedeki Richard Gere bu ikilinin yanında zayıf kalıyor. Emekliliğine yakın sistemi sorgulayan, yolsuzluk sınırında asılı kalan ve özgürlüğü için köstebekliğe razı olan polisler deyince, daha önce dokunulmamış dramlar olmamasına karşın kendini izlettirmesini bilen bir film olduğu söylenebilir. Temposunu iyi ayarlayabilmiş olması da buna etken.
Gangsta raconlarına yabancı olmayan Antoine Fuqua’nın henüz tam oturmadığını düşündüğüm bir sinema dili var. Sıradan bir Hollywood ürünü olarak anılmamak niyetine sahip olsa da, mainstream macera anlayışından kopamayan kablolarla da sıkı sıkı bağlandığını hissettiriyor. Diğer Fuqua örnekleri olan Tears Of The Sun, King Arthur, Shooter gibi haftasonu eğlencelikleri ile, haklı olarak onun en iyi filmi kabul edilen Training Day arasında bir yapım olduğunu söyleyebiliriz Brooklyn’s Finest için. Tabiî bu duruma farklı bir bakış açısıyla yaklaşırsak, ne oraya ne buraya yaranabilmiş bir film olarak da sınıflamak mümkün. Zira bir yanıyla polis haftasında gösterilecek kadar kahramanlık dayatmacısı bir film iken, başka unsurlar sayesinde “polis de olsan hatalarının bedelini ödersin, dürüstlükten taviz verme” benzeri insanın içine bir güneş gibi doğacak (!) mesajlarla yozlaşma vurgusu yapıyor. Kısacası yukarıda saydığımız pozitif yönleri dışında Brooklyn’s Finest, işini bilen bir senaryo doktorunun rötuşlarıyla şu anki konumundan çok daha iyi bir film olacak iken, izledikten bir süre sonra unutulacak bir görüntüsü verdi bana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder