19 Mayıs 2013 Pazar

The Last Stand (2013)


Yönetmen: Kim Jee-woon
Oyuncular: Arnold Schwarzenegger, Forest Whitaker, Jaimie Alexander, Rodrigo Santoro, Peter Stormare, Eduardo Noriega, Johnny Knoxville, Luis Guzmán, Zach Gilford, Genesis Rodriguez, Harry Dean Stanton, Christiana Leucas
Senaryo: Andrew Knauer
Müzik: Mowg

Kötü sonuçlanan bir operasyondan sonra Los Angeles Polis Departmanı’nın Narkotik bölümündeki görevinden ayrılan Şerif Ray Owens (Arnold Schwarzenegger) Los Angeles’tan ayrılıp sessiz sakin bir sınır kasabası olan Sommerton’a yerleşerek şeriflik görevini yapmaktadır. Ama bu huzurlu ortam, Pablo Escobar’dan sonra gelen en büyük uyuşturucu baronu Gabriel Cortez’in (Eduardo Noriega) ölüm hücresine nakledilirken FBI konvoyundan kaçmasıyla bozulacaktır. Zira Cortez, Sommerton’da gizli işler çeviren Burrell’ın (Peter Stormare) liderlik ettiği bir grubun yardımıyla içinde bir rehinenin olduğu özel olarak tasarlanmış Corvette ile hızla Amerika-Meksika sınırını geçmeye kararlıdır. Cortez’in geçmeyi planladığı yolun üzerinde sadece Summerton vardır. Ajan John Bannister’ın (Forest Whitaker) liderliğindeki tüm birimler, Cortez sınırı geçmeden onu yakalayıp cezalandırabilmek için Summerton’dan geçmesine engel olmak zorundadırlar. Çünkü o kavşağı da geçerse yasaların hiçbir hukuki yaptırımı kalmayacaktır. Ray’in elinde ise sadece iki şerif yardımcısı, nezarethanede bir suçlu ve kasabanın çılgın tipi Lewis vardır.

Senaryosunu muhtemelen eş dost ve yakın çevresi dışında kimsenin tanımadığı Andrew Knauer’in yazdığı, özellikle son üç filmi A Bittersweet Life, The Good, The Bad, The Weird ve I Saw The Devil ile güçlü vizyonunu tüm dünyaya kabul ettiren Kim Jee-woon’un yönettiği The Last Stand, tüm normalliğine (klişe kelimesinin de Hollywood çeperlerinde iyice “klişe” olduğunu düşünürsek) rağmen çeşitli enteresan ilklerin yaşandığı bir aksiyon. Bunlardan biri Kim Jee-woon’un ilk Hollywood çalışması, diğeri ise eski California Eyaleti Valisi Arnold Schwarzenegger’ın başrol olarak tekrar sinemaya döndüğü ilk film olması. Duyurulduğu andan beri tepeden tırnağa neyle karşılaşacağımızı bildiğimiz bir filmi bu ilklerle izlemenin ilginç, bir o kadar da endişe verici bir tecrübe olacağı kesin gibiydi. Hayranları, Schwarzenegger’ın The Expandables ısınma turlarının ardından ortalığı birbirine katacak dev bir aksiyon beklentisi içindeydiler. 2003-2011 yılları arasındaki valilik kariyerinin ve sonrasında ortaya çıkan skandalların izlerini silip eski parlak Hollywood günlerine dönme eşiğinde tekrar dibe batmak da mümkün olabilirdi.


Öte yandan Kim Jee-woon’un patronuna isyan eden fedaisinin dramında (A Bittersweet Life) ve iki adamın intikam ekseninde amansız bir takibe dönüşen macerasında (I Saw The Devil) hissedilen western ruhu, Packinpah sertliğinin günümüz şartlarında daha da koyultularak sunulmasıyla şekilleniyordu. The Good, The Bad, The Weird ise Kim Jee-woon’un bu teorik western tutkusunu modern suç dünyasından asıl mecrasına taşıyarak pratiğe dökmüş bir aksiyon cümbüşüydü. Günümüz Güney Kore sinemasının üç büyük yönetmeninden biri olan Kim Jee-woon’un ilk Amerika macerasından beklentilerin tam olarak ne olduğu bilinmese de, belki de bilinen tek şeyin yine bu western bağlılığından izler taşıyacağıydı. Usta yönetmen de bu beklentileri boşa çıkarmayıp, hazır batıya gitmişken batının bağrından eski westernlere basit ve naif göndermeler içeren keyifli bir aksiyon çekmiş.

Konusundan da anlaşılacağı üzere çok önemli bir uyuşturucu baronunun sınırı geçiş yolu üzerindeki tek yerleşim birimi olan Sommerton’ın eski batı kasabalarına benzeyen görüntüsü, kasaba halkının büyük bir bölümünün önemli bir etkinlik için kasaba dışına çıkması, Şerif Ray’in de izin gününde olması gibi çevre düzenlemeleri, Kim Jee-woon’a istediği serbest oyun alanını yaratıyor. Cortez ve çetesinin gücü karşısında zayıf görünen Ray ve ekibinin adım adım büyük karşılaşmaya hazırlanışları, süvarilerin bürokratik işlemler yüzünden gecikecek olması, sınırı geçmek isteyenle ona engel olmak isteyenler arasındaki zamana karşı yapılan mücadele ve tabii biri araçlarla, diğeri göğüs göğüse iki final kapışması birden tam olması gerektiği (ya da olmasını istediğimiz) gibi vücut buluyor. Ray’in kasabaya dönüşü bile eskiden okuduğumuz western çizgi romanlarının finallerine nostaljik bir referans içeriyor. Colt Revolver ve Winchesterların yerini otomatik silahlar, bazukalar, pompalı tüfekler alsa da, görkemli bir sahnesi bulunan “Vicky” adındaki 1939 model mitralyöz rolünü çalmayı biliyor.


The Last Stand, sıkı bir dönüş olarak Arnold Schwarzenegger’a cuk oturan bir film. Şerif Ray Owens rolü için valilikten şerifliğe düşmüş Schwarzenegger esprisi de filme ayrı bir zevk katıyor. Artık Bruce Willis, Stallone, Liam Neeson gibi yaşlı aksiyoncular için yazılan rollerden o da payını alacaktır bundan sonra. Oscarlı oyuncu Forest Whitaker da canlandırdığı rolün telaşlı halini iyi yansıtıyor. Eduardo Noriega ve Peter Stormare filmin kötü kontenjanında iyi işler çıkarıyorlar. Bazen fazlaca karikatür kaçsalar da Luis Guzmán ve Johnny Knoxville ise bu kez mizah kontenjanından filme renk katıyorlar. Bir kontenjan da romantizmden açılmış ki, orada da Rodrigo Santoro ve Jaimie Alexander, Frank ve Sarah arasında geçmişe dayalı ilişkinin zorlu bir süreçle test edilişiyle nefes almaya çalışıyor. Her ne kadar ortada üstün oyunculuk performansı gerektirecek bir rol olmasa da Güney Koreli Kim Jee-woon, Amerika, Porto Riko, İspanyol, Brezilya kökenli oyuncuları çok iyi idare ederek bir yönetmenin her dili konuşabileceğini gösteriyor.

The Last Stand’in Kim Jee-woon kariyerinde çok önemli bir yer işgal etmeyeceği kesin. Filmde sürpriz yok neredeyse. Ama ona keyif veren tam da bu formülsüzlüğü ya da eski formüllere olan bağlılığın modern yansımaları. Hatta bana göre iki The Expandables’ı toplasan bir The Last Stand etmez. Çünkü onda Kim Jee-woon’un çocuksu, ergensi heyecanları, çizgi roman nostaljisi, Pazar sabahı kovboy filmleri keyfi ve usta bir yönetmenin bu western sevgisini özgürce bir potada eritme hevesi var. Yine de kendisinin Hollywood’u mesken tutmasını istemem. A Bittersweet Life’ın görüntü yönetmenliğini de yapmış olan Kim Jee-yong’un çatışma sahnelerindeki dinamiğinin de katılacağı temiz işçiliği, I Saw The Devil’ın müziklerini de yapmış olan Mowg’un müzikleri (özellikle de ekibimizin çatışmaya hazırlık için mühimmat donandığı sahnede çalan filmle aynı adlı tema müziği), belki başka bir yönetmenle B sınıfına girebilecek bir filmi güçlü kılan diğer unsurlar. The Last Stand her şeyden evvel bir “I Am The Sheriff” filmi ve western hayranları bilir ki, iyi bir “I Am The Sheriff” filmine yan bakılmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder