Yönetmen: Christopher Smith
Oyuncular: Sean Bean, Eddie Redmayne, Carice van Houten, John Lynch, Tim McInnerny, Andy Nyman, Johnny Harris, Kimberley Nixon, Tygo Gernandt, David Warner
Senaryo: Dario Poloni
Müzik: Christian Henson
1348’de İngiltere’yi devasa bir mezarlığa çeviren büyük veba salgını esnasında uzak bir köyde salgından etkilenmemiş, mutluluk ve refah içinde yaşayan insanlar olduğu rivayet edilmektedir. Kilise tarafından görevlendirilmiş bir grup asker kendilerinden önce giden, sonra kaybolan askerlerin ve bu köyün gizemini çözmeye çalışacaklardır. Yanlarına da köyün yolunu bilen genç rahip Osmund’u alırlar. Bana göre son yılların İngiliz sinemasının en kayda değer isimlerinden biri sayılması gereken Christopher Smith’in yönettiği Black Death, ortaya çıktığı yüzyılda Avrupa nüfusunun büyük çoğunluğunu yok etmiş olan veba salgını ile kendini iyice belli eden inanç ile inancın yitirilmesi arasında gidip gelen insanların dramına odaklanmış bir film. Hıristiyan ve Paganlar’ın kendi inançlarını vahşice birbirlerine dayatmalarını, bu vahşete eşit mesafelerden bakan bir anlayışla ele alması, dönemin iyi yansıtılmış kasvet ve gizemiyle birlikte filmi sürükleyici hale sokuyor. Başarıyla çekilmiş kanlı baskın sahnesini dışarıda tutarak, aksiyona gereksiz yere yüklenmeyip bu ikilemi daha çok dönemin zor şartları altında Tanrı inancı ile ateizm arasında yolunu arayan veya bulan insan üzerinden anlatmaya çalışması belli bir fark yaratıyor. Sahip olduğu teknik yeterlilik ve kabiliyetleri ekonomik kullanarak belki fazla şişirilmiş bir kahramanlık destanı yaratmaktan kaçınan tavrı da gayet pozitif.
Haçlı sesferlerinde Tanrı yolunda yapılan katliamlara ve cadı avlarına değinmesiyle din olgusuna, bunun yanında Tanrı ve din tanımayan, tanıyana da acımayan Pagan zulmüne yöneltilen eleştirel dengenin nasıl bir terazi üzerinde durduğu tartışmaya açık olabilir. En azından çoğunluğa hitap eden Hıristiyanlığa, “öldürmeyeceksin” emrini ne kadar uyguladığı malum bir grup “iyi” savaşçı sayesinde yürütülen eleştiri yerli yerinde. En önemlisi de, genç bir rahip olan Osmund’un cadı suçlamasıyla köylülerin elinden kurtarmaya çalıştığı kadından sonra aşama aşama zalim bir cadı avcısına dönüşümü etkili biçimde vücut buluyor. Final sürecine biraz daha fazla zaman ayrılması belki bu dönüşümü vurgulamakta daha güçlü görünebilirdi. Yine de anlatmak istediğini gereksiz yan yollara sapmadan, poza kaçmadan, kendini dağıtmadan aktarabilme becerisine sahip bir film bana göre. Osmund’un bu büyük felaket karşısında Tanrı’dan bir işaret beklemesi, o işaretin de beraber korkunç bir yolculuğa çıkacağı Ulric ve adamları olmasının zincirleme etkisi, bu anlatım becerisinin zekâsını yansıtıyor biraz da. Zaten bu felaketin önce Tanrı tarafından insanoğluna ceza olarak verildiği algısı, daha sonra bu cezayı hak etmediklerini düşünmeleriyle faturayı şeytana ve cadılara kesme zihniyeti günümüzde bile kabul görmüyor mu?
Başta Osmund’u canlandıran ve kendisinde geriden gelen bir James Caviezel gördüğüm genç oyuncu Eddie Redmayne olmak üzere, ortaçağ karakterlerinin aranılan oyuncusu Sean Bean, tüm güzelliğiyle birlikte rolünün ürkütücülüğünü soğukkanlılıkla yerine getiren, bir Necromancer’ın (eski çağlarda ölüleri dirilttiğine inanılan büyücüler) ete kemiğe bürünmüş hali Carice van Houten ve yan rollerdeki diğer oyuncuların başarıları filmin gücüne güç katmakta. Şimdiye kadarki en iyi filminin hâlâ Triangle olduğunu düşündüğüm Christopher Smith’in ana akıma uzak durmayan, fakat yine de anlatım yönünden belli bazı ilkeleri koruduğu görülen karamsar filmlerine eklenen uygun bir halka olduğunu söyleyebilirim. Hatta Black Death, bu karamsarlığı birtakım tarihsel gerçekliklere dayandırarak 13. yüzyılda geçen bir post apokaliptik yapım atmosferi yaratıyor. Severance’da korku ve mizah öğelerini kurnazca bir araya getirebilen yönetmenin son iki filminde tutturduğu daha ciddi gerilim-gizem kıvamı, kendisini benim gözümde takip edilmeye değer genç (ya da orta yaşlı diyelim) sinemacılar arasına koyuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder