26 Nisan 2014 Cumartesi

Pearl Jam Twenty (2011)


Yönetmen: Cameron Crowe
Müzik: Pearl Jam

90’ların en önemli rock gruplarından Pearl Jam’in 20. sanat yılı şerefine çekilen Pearl Jam Twenty belgeseli, 1980’lerin ortalarında Rolling Stones dergisinin müzik yazarı olarak Seattle’a giden şimdilerin yönetmen / senaristi Cameron Crowe’un, orada rastladığı müzik gruplarını tasviriyle başlıyor. Kapalı alanlarda daha çok vakit geçiren, bu yüzden depresif yanlarını biraz daha öne çıkaran, çalmak ve dinlemek için çok fazla zamanları olan, ayırt etmeden her şeyi dinleyen ve dinledikleri tarzları harmanlayarak büyüleyici bir başka rock ruhu elde eden bu gruplar, gerçek anlamda birer sosyolojik inceleme vakaları. İki yıllık ömrü içinde 1990’da Apple adlı bir albüm yapmış olan Mother Love Bone grubunun renkli solisti Andrew Wood’un aşırı dozdan ölümü sadece bir başlangıç. Bu ölümün ardından büyük bir travma yaşayan, ama bu travmayı müthiş bir refleksle karanlık, kaotik, aynı zamanda klasiklere bağlı dipdiri bir üretkenliğe çeviren Stone Gossard ve Jeff Ament’ın Wood’un ölümünden sadece dört ay sonra kurdukları Pearl Jam’in hikayesi.

Gossard ve Ament’ın gitarist Mike McCready’yi de aralarına alarak bir solist arayışları, bu üçlünün demo kayıtlarını bir şekilde eline geçirmiş ve üstüne vokallerini eklemiş Eddie Vedder’ın da katılımıyla son buluyor ve Pearl Jam iskeleti oluşuyor. Cameron Crowe’un arşiv görüntülerinden ve yörenin müziklerinden kurguladığı bu kuruluş öyküsü, çeşitli iniş çıkışlarıyla sanki senaryosu önceden yazılmış “bir yıldız doğuyor” kurmacası gibi sürükleyici biçimde ilerliyor. Grup için her şey o kadar hızlı gelişiyor ki, sanki Pearl Jam ve onun öncülük edip müzik basınının “grunge” diye pompaladığı moda bir gecede ortaya çıkmış muamelesi görüyor. Oysa özellikle yer altı müzik geçmişi çok donanımlı olan Gossard ve Ament’a Mike McCready gibi güçlü bir gitaristin, hele de Eddie Vedder gibi lirik ve ses yönünden derin bir müzisyenin katılımıyla böylesi bir patlamanın kaçınılmazlığı göz ardı edilemez. Crowe’un mükemmel kurgusuyla bu yükseliş öyküsü tüm yönleriyle dramatize ediliyor.


Cameron Crowe, doğumundan itibaren yakın takibe aldığı ve adeta onunla birlikte büyüdüğü için Pearl Jam’in her şeyine hakim olduğunu bu belgeselle kanıtlıyor. Bu doğma ve büyüme hikayesini anlatırken de grup elemanlarına ayrı ayrı yer ayırıp bunu belgesele ustalıkla serpiştirerek Pearl Jam’in varoluş sebeplerine daha yakından bakabilmemizi sağlıyor. Hayranların ve medyanın grubun en ön safında yer alan Eddie Vedder’a gösterdiği büyük ilginin diğer üyelerde en ufak bir kıskançlık yaratmaması, fakat bu baskının Vedder üzerinde açtığı yaralar gerçek bir inceleme konusu. Crowe da bu incelemeyi layığıyla yapıyor. Başlarda çok agresif, yerinde duramayan, hemen parlayan genç Vedder’ın daha ilk albümdeki Once şarkısında “bir zamanlar kendimi kontrol edebiliyordum” demesi de bunun özeti. Crowe geçmiş ve şimdiki zaman arasında hiç mesafe bırakmadan genç Eddie ile orta yaşlı Eddie arasındaki yorum farklarını hem kendi, hem de onun ağzından yansıtmak suretiyle etkileyici bir yorum imkanı sunuyor. Bunu sadece Eddie ile değil, fazla derinlemesine olmasa da grubun geri kalanına da yapıyor. Ama en çok da Pearl Jam özelinde 90’lardan günümüze yaşanmış farklı evreleri yan yana koyarak aslında bizim hayatlarımızdaki değişimlere de ayna tutuyor.

Bu durumu en iyi, grubun kısa bir rolü olan Crowe filmi Singles’ın tanıtım gecesinde sahne aldıkları geceyi utançla anmalarından anlıyoruz. Hiçbirinin hatırlamak istemediği o gece yaşananlar gösteriyor ki, grubun bu denli popülerleşmesi, özellikle de Eddie Vedder’ın üzerinde oluşan ani star baskısının yol açtığı kriz, Vedder tarafından iyi yönetilememiş. Bunda Vedder’ın ne ölçüde suçlu olduğu tartışılır. Time dergisi bile Vedder istemediği halde onu kapak yaptıysa, bu mütevazi şarkıcının kendisini en iyi ifade edebildiği sahnede bu öfkesini dışa vurması şaşırtmamalı. Bu durumdan en fazla muzdarip olan Kurt Cobain’in belgeselde yer alan bir söyleşisinde Pearl Jam’i sevmediğini söylemesi de ironik. Gerçi sonradan arasında ruhani bir bağ olan Vedder için iyi şeyler de söylüyor. Hatta MTV gecesinde sahne arkasında sarıldıkları tarihi anın kısa görüntüsü ve Kurt Cobain’in öldüğü gün olan 8 Nisan 1994’te sahnede olan Eddie Vedder’ın onu anması duygulu anlar yaşatıyor.

Starlık müessesesi ile baş etmekte zorlanan Eddie Vedder’ın aksine grubun diğer üyeleri kendi kabuklarında yaşayan mülayim insanlar. Samimi ve doğrudan yorumlarıyla Jeff Ament ve Mike McCready, kazandığı Grammy’leri evinin bodrumunda tozlanmaya bırakacak kadar ödüllere kıymet vermeyen Stone Gossard, Pearl Jam’in belkemiğini oluşturan yetenekli ve üretken müzisyenler. Davul mevkiinde yaşadıkları sıkıntılar da belgeselde çok güzel bir kısa filmle esprili hale getirilmiş. Soundgarden’ın dağılmasıyla 1998’de gruba katılan Matt Cameron’ın uyumu ve grup tarafından kabullenilişi, zaten Andrew Wood için yapılan tribute proje Temple Of The Dog’da da beraber çalıştıkları için hiç yadırganmıyor. Cobain, Wood gibi kayıplar yüzünden bu kardeş gruplarda yaşanan kenetlenme duygusu, grunge’ın ayakta kalan iki önemli grubu olan Pearl Jam ve Soundgarden’da daha yoğun hissediliyor. Bu bağlamda bir diğer “unique” ses olan Chris Cornell’ın yorumları da değer kazanıyor.


Pearl Jam’in 20 yıllık tarihinde unutulmaz bir gezinti düzenleyen Cameron Crowe, bu gezintiyi grubun marş olmuş şarkılarını fona yerleştirerek, en önemlisi de olağanüstü konser performanslarıyla süsleyerek belgeselinin değerine değer katıyor. 2006 Verona’daki Release, 1991’de RIP Dergisi’nin partisinde Vedder ve Cornell’in birbirlerinin üstüne maymun gibi tırmanarak seslendirdikleri Hunger Strike, 2010’da Madison Square Garden’da tüyleri diken diken eden seyirci katılımıyla seslendirilen Better Man ve grubun klasikleşmiş diğer bestelerinden Alive, Black, Jeremy, Daughter gibileri birbirlerini izliyorlar. Bunun yanında bilet tekeli Ticketmaster’a karşı gösterilen direniş ve Roskilde Festivali’nde 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan sahne kazası da es geçilmiyor. Konser konser gezerek grubu takip eden hayranları kıskanmak, grup üyelerinin birbirleri hakkında yaptıkları benzersiz yorumlara hayran kalmak, geçmişe dolu gözlerle bakan Eddie Vedder’ın ruh haline ortak olmak Pearl Jam hayranı seyirci için neredeyse kaçınılmaz. Ama bu öyle bir belgesel ki, Cameron Crowe hayatında hiç Pearl Jam duymamış birini bile avucunun içine rahatlıkla alabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder