2 Mart 2014 Pazar

Nebraska (2013)


Yönetmen: Alexander Payne
Oyuncular: Bruce Dern, Will Forte, June Squibb, Bob Odenkirk, Stacy Keach, Mary Louise Wilson, Rance Howard, Tim Driscoll, Angela McEwan
Senaryo: Bob Nelson
Müzik: Mark Orton

Montana’da karısı ile yaşayan eski tamirci Woody Grant, yaşlı ve inatçı bir alkoliktir. Birgün kendisine 1 milyon dolar kazandığını belirten bir belge alır. O andan beri iflah olmaz. Parasını almak için yürüyerek Nebraska’ya gidebileceğini düşünerek sürekli evden kaçmaya başlar. Onun para ödülü kazandığına inanmayan karısı Kate ve oğulları David ile Ross artık bu durumdan bıkmışlardır. İnatçı Woody’nin bu hırsı dayanılmayacak bir hal alınca David babasını Nebraska’ya götürmeye karar verir. Önlerinde uzun bir yolculuk ve uğrayacakları yerlerde bir sürü eski hatıra vardır.

Bob Nelson’ın senaryosunu yazdığı, Alexander Payne’in yönettiği Nebraska, yılın en etkileyici dramlarından birisi. Payne, son iki filmi Sideways (2004) ve The Descendants (2011) ile iz bıraktığı o naif yol hikayelerine güçlü bir halka daha ekliyor. Söz konusu yol hikayesi olunca aile içi iletişimsizlik, baba-oğul ilişkileri ve maddiyatın bireyler üzerindeki değiştirici etkileri gibi alt başlıklar da aynı naiflikte vücut buluyor. Nebraska tüm bunlara olması gerektiği gibi sahip çıkan, geçmişin nostaljik hüznüyle beraber yapılan hatalarına güçlü atıflar içeren bir film. David ve Woody’nin duraklarından biri olan doğduğu kasabada geçirdiği günler, yıllar sonra yapılan öze dönüşün küflenmiş, yaşlanmış izleriyle dolu. Doğduğu ev, kasaba mezarlığı, eski sevgili, kalabalık aile efradı, oraya saplanıp kalmış yaşlı dostlar, zamanında Woody’nin hiçbir şeye hayır diyememiş kişiliğinden faydalanmış insanlar türlü değişikliklerle onu karşılıyor. Ama Woody eski Woody değil ve biz bunlara oğlu David’in yaklaştığı gibi sempati, merak ve hüzünle yaklaşıyoruz. Çünkü onun da babası hakkında bilmediği çok şey var.


Aksi, inatçı, bencil, az konuşan, karısı ve iki yetişkin oğluyla iletişimi sıfıra yakın olan Woody’nin seyirciye mesafeli gelecek karakterini yadırgasak da, eskiden onu tanıyanların dile getirdikleri kişilik özelliklerinin bu yadırgamayı hafifletebilme gücü bulunuyor. Gençliğinde iyi niyeti yüzünden sömürülmüş, alkole olan düşkünlüğü yüzünden de çocuklarını umursamamış Woody için karşısına çıkan zengin olma fırsatı çok şey ifade ediyor. Ama Woody için bu para zengin olma fikrinden çok, onun peşinde yapılacak yolculuğun sağlayacağı bir yaşama amacı edinmeyi sembolize ediyor. Bu yolculuğun özellikle doğduğu toprakları kapsayan bölümünde, gençliğinde göremediği itibarı bir milyoner olarak şimdi görebilme düşüncesi önem kazanıyor. Başlangıçta Woody’nin 1 milyon dolar saplantısı sadece bir kamyonet ve yeni bir kompresöre sahip olmak istemesiyle sınırlandırılmış görünse de, zamanla daha insancıl amaçları olduğunu anlamamız bu ihtiyara bakışımızı biraz daha etkiliyor.

Woody’yi tanıyabilmemiz için Woody’nin kendisinden fazla bir şey bekleyemiyoruz. Her ne kadar Bruce Dern sanki hiç rol yapmıyormuş kadar doğal bir görünüm sergilese de, David’in babasıyla iletişim kurma çabaları, June Squibb’in şahane performansı bünyesindeki anne Kate’in kocasını hem yeren, hem de öven yorumları, yıllardır görüşülmeyen akrabaların Woody’ye yaklaşımları somut bir karakter yaratılmasında çok etkili oluyor. Woody’yi Kate’e kaptırdıktan sonra kendi yolunu çizmiş eski sevgili Peg, yıllar önce Woody’nin kompresörünün üzerine yattığı yetmiyormuş gibi bir de ikramiyeden pay isteyen düzenbaz Ed Pegram, yoldan geçen arabaları izlemekten zevk alan Albert Amca, parayı duyunca akbabaya dönen akrabalar (Kate’in hepsine verdiği müthiş ayar mutlaka görülmeli) hepsi filmin şeritlerinden akıp gidiyor.


Duygu sömürüsüne girmeden, olması gerektiği gibi bir final yapan filmin belki eksik bıraktığı tek şey, başlarda gösterme zahmetine girilmiş David ve kız arkadaşı arasındaki sıkıntıya bu gezi sonrası hiç değinilmemesi olmuş ki, bu tip yol filmlerinin geride kalanlarla yaşanan sorunları çözme klişeleri akla gelince bu durum eksiklik gibi görülebiliyor. Filmi değerli kılan bir diğer unsur da siyah ve beyazın yarattığı derinlik. Payne’in Sideways ve The Descendants’ta da birlikte çalıştığı Yunan görüntü yönetmeni Phedon Papamichael’ın bu iki rengin doğal ahengine sığınmayıp elde ettiği çarpıcı görüntüler filme Avrupai bir lezzet katıyor. Tabii bu elit tanım, filmin kasaba sıcaklığını, nostaljik samimiyetini ve yıllandıkça demlenmiş hüznünü yansıtmak için çok doğru bir seçim. Bu yüzden Nebraska, sadece ait olduğu coğrafyaya hitap eden bir yapım değil. Yıllar sonra memlekete dönmenin filmi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder