12 Ocak 2014 Pazar

The Invisible War (2012)


Yönetmen: Kirby Dick
Senaryo: Kirby Dick, Amy Ziering, Douglas Blush

2013 En İyi Belgesel Oscar’ını Searching Fo Sugar Man’e kaptıran, Kirby Dick’in yönettiği The Invisible War, tüyler ürperten gerçeklerle dolu bir belgesel. 2006 tarihli Deliver Us From Evil, din görevlilerinin halkın inançlarını sömürmenin ötesine geçip taciz, tecavüz davalarının baş aktörü olmalarını, üstelik kilise kurumunun tepesindekiler tarafından korunmalarını, bu vakaların da örtbas edilmeye çalışılmasını işliyordu. The Invisible War ise Amerikan toplumunun en güvendiği kurumlardan bir diğeri olan ordu içinde yaşanan tecavüz olaylarını mercek altına alıyor. Sayısız olay arasında bu acı tecrübeyi yaşayan ve kamuoyunda farkındalık yaratmak için kamera karşısında bunları paylaşan cesur insanların anlattıklarından derlenen belgesel, bu mağdurlardan biri olan Kori Cioca’nın hayatına biraz daha yakın girerek söylemek istediklerine uygun zemin hazırlıyor.

Tecavüze uğradığı yetmezmiş gibi bir de failinden şiddet gören, aldığı darbe sonucu çenesi çıkan ve disk kayması yüzünden eklem yerleri tutmayan Kori, evli ve bir çocuk annesi olarak karşımıza çıkıyor. Yaşadıklarından sonra açılacak bir soruşturma endişesiyle Kori apar topar görevden alınıyor. Eski Muharipler Dairesi’nin tedavisini karşılamaması, başvurduğu diğer ordu kurumlarının ona emekli maaşı bağlamaması, kısacası ordunun Kori’yi adeta vücudundan atmak zorunda olduğu bir virüs gibi görmesi onun tüm çabalarının önüne engeller koyuyor. Bunun yanında Kori’nin eşiyle olan ilişkisinde, en önemlisi cinsel hayatlarında yaşadıkları sıkıntılar da çiftin samimi itiraflarında ortaya çıkıyor. Kori’nin maddi ve manevi gücünü kazanabilmesi için verdiği mücadele, film içinde verilen örneklerden sadece biri. Diğer mağdurların da benzer yollardan geçtiğini Kori kadar yakından takip etmesek de yaptıkları cesur açıklamalardan anlıyoruz.



Kirby Dick’in üzerinde durduğu önemli noktalardan biri de tıpkı kilisenin bu yüz kızartıcı vakalara karşı örtbas ve failleri koruma politikaları izlemesi gibi ordunun da aynı yöntemlere başvurması. Ordunun zaman zaman kurbanları suçlu ilan ederken tecavüzcüleri koruyup mesleklerine devam etmelerine izin vermesi, hatta rütbelendirmesi inanılmaz. Tecavüz mağduru bu insanların yaşadıkları travmadan sonra belki de en fazla hayalkırıklığı yaşadıkları nokta bu. Çünkü orduya giriş sebepleri milli duygulardan, toplumda elde edecekleri itibardan, kariyer edinme amaçlarından, mesleğe karşı küçüklükten beri duydukları saygı ve sevgiden oluşmakta. Bir kısmı aileden asker ve sivilde başlarına gelmeyip, babalarının onları emanet ettikleri asker ocağında bu korkunç olayları yaşamaları onlar için hazmı çok zor bir durum. Ama karşılarında üstün yetkilerle donanmış, her türlü soruşturmayı sonuçsuz bırakabilecek farklı bir hukuki sistem var.

Bu yaşananlar için hiçbir önlem alınmıyor şeklinde düşünülmesin diye Savunma Bakanlığı tarafında oluşturulan Cinsel Saldırı Müdahale Koordinatörlüğü meselesi de tam bir komedi. Bu saldırıları önleme amacı taşıyan birim, saçma reklam kampanyalarıyla, komik posterleriyle, meselenin içyüzünde yaşananlar karşısındaki cahilliğiyle, kağıt üstünde kalmış pasifliğiyle, her soruya “böyle bir bilgiye sahip değiliz” şeklinde cevap veren kadın yetkilisiyle hayrete düşürüyor. Konunun ciddiyetini kavrayamadıklarından sanki sadece kurbanlar üzerine etkisiz reklam kampanyaları düzenleyip, asıl tecavüz suçluları üzerine hiçbir araştırma ve çalışma yapmıyorlar. Neyse ki Kirby Dick, tecavüz mağdurları kadar hukukçularla, ordu psikologlarıyla ve gazetecilerle görüşüyor, onların konunun derinlerine nüfuz eden açıklamalarıyla her yönden aydınlatıcı bir kurgu meydana getiriyor.


Ağırlık kadın askerlerde olsa da, tecavüz mağduru erkek askerlerin varlığı da tecavüz hastalığının cinsiyet ayırmadığının bir göstergesi. Bölüklerinde arkadaş, hatta kardeş gibi olan bu insanların böyle bir duruma gelmelerindeki psikolojik çözümlemeler ortaya ilginç suçlu psikolojileri ortaya çıkarıyor. 1991’de verilen bir raporda 200.000 kadının tacize uğradığı tahmin ediliyor. Yaşadıklarını saklayan kadınlar ve aradan geçen uzun süre düşünülünce bu sayının iki katına ulaştığı düşünülüyor. Savunma Bakanlığı 2009 yılında 16.000 küsüre varan bir rakam açıklamış ama tecavüze uğrayan kadın ve erkeklerin %80’inin bunu bildirmediklerini de kabul etmiş. Ordunun kendi itibarını zedelememek için hasıraltı ettikleriyle beraber bu rakamlar sürekli artıyor. Ordunun asıl sorunu, nihai kararı hukuki bilgi ve eğitimi olmayan adli amirlik mensubu komutanların veriyor olması. Bu sistem kesinlikle kurbanları korumaya, onların haklarını teslim etmeye yönelik olmadığı için, suçlular rütbelerini arttırıyor, bazı kurbanlar ise hala tecavüzcülerinin birkaç blok ötesinde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalıyorlar.

Tecavüzcüler, askerde hala aktif görevdeyken olduğu kadar, sivil hayata döndüklerinde de hukuki yaptırım ve yargı sistemi hakkında yeterince bilgi sahibi olduklarından, her zamankinden daha yetenekli ve tehlikeli birer suçlu konumunda yer alıyorlar ki, Kirby Dick’in altını çizdiği en mühim konulardan biri de bu. Bu insanların normal hayatta her an karşılaşılabilecek sözde saygın ordu geçmişi bulunan asker eskisi suçlular olduğu düşüncesi, toplumsal paranoyaları da beraberinde getiriyor. Kongre üyelerinin bile yetersiz kaldığı bu mesele karşısında Kirby Dick her yönüyle olağanüstü bir iş çaba sergiliyor. Hem kendi ordularına sahip tüm dünyaya karşı toplumu bir şekilde bilinçlendirerek olası çalışmaların önünü açıyor, hem de kahramanlıklarıyla övünen Amerikan ordusunun bambaşka bir yüzüne cesurca sert bir tokat atıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder