Yönetmen: Amy Berg
17 Kasım 1966'da doğan, 29 Mayıs 1997'de 31 yaşında hayata gözlerini yuman Jeffrey Scott Buckley ya da tüm dünyanın onu tanıdığı adla Jeff Buckley'nin hayatı ve kariyerini konu alan It's Never Over, Jeff Buckley belgeseli, son yılların en iyi müzik belgesellerinden biri. Mary Guibert ve ünlü folk müzisyeni Tim Buckley'nin tek çocuğu olarak dünyaya gelen Buckley, soyadını aldığı babası tarafından değil, annesi ve üvey babası Ron Moorhead ile California'da büyüdü. O zamanlar Scott Moorhead diye bilinen adı, 1975'te babası Tim aşırı dozdan ölünce ilk adı Jeff ve onun soyadı olan Buckley olarak değişti. Annesinin eğitimli bir piyanist ve çellist olması, üvey babasının onu Led Zeppelin, Pink Floyd, Queen, Jimi Hendrix gibi efsanelerle tanıştırması sonucu müzik dolu bir hayat içinde büyüdükçe 5 yaşında gitar çalmaya başladı. 12 yaşında da müzisyen olmaya karar verdi. Buralar zaten binlerce müzisyenin kariyer basamakları ve özel hayatlarından izler taşıyor. Los Angeles'ta yıllarca birçok yerde müzikal olarak pişmesi, New York'u keşfetmesi, burada "o benim Elvis'im" dediği Nusrat Fateh Ali Khan ile tanışması, yavaş yavaş kendi şarkılarını yazmaya başlaması gibi pek çok basamak buna dahil. Özellikle 90'larda Manhattan'da bulunan Sin-é adlı mekan, bir çok ünlü müzisyenin kariyerini olduğu gibi Buckley'nin de müzik yolculuğunu pozitif yönde şekillendiriyor. Zira oradaki repertuarı rock, folk, R&B, caz, blues gibi eklektik coverlardan oluşuyordu.
Sin-é'de adını iyice duyurup 1992'de Dylan ve Springsteen gibi devlerin bağlı olduğu Columbia Records ile üç albümlük anlaşma imzalaması, 15 Ağustos 1994'te ilk albüm Grace'in çıkıp adım adım bir efsaneye dönüşmesi, haklı yükseliş ve bunun getirdiği birtakım sorunlar bu Amy Berg belgeselinde o kadar dinamik ve içten bir kurguyla bütünleştiriliyor ki, nihayet Jeff Buckley gibi bir 90'lar ikonunun hak ettiği belgesele kavuşmuş hissediyoruz. Özelikle Deliver Us From Evil (2006), West Of Memphis (2012), Janis: Little Girl Blue (2015) gibi çarpıcı belgesellere imza atan, bazı belgesel serilerinin çeşitli bölümlerini yöneten Amy Berg, bu proje için kesinlikle doğru isimlerden bir olduğunu gösteriyor. Belgeselin yapımcıları arasında bulunan Berg ve Brad Pitt'in Buckley'nin annesi Mary Guibert ile iletişime geçmesi, başta bunun bir kurgu film olacağı yönünde Guibert'i şüphelendirmiş. Belgesel projesi olduğunu öğrenince de elindeki daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış arşiv görüntülerini, fotoğrafları, ses kayıtlarını açmış. Hatta bizzat konuk olup kimsenin bilmediği detaylarla ve ölmeden önce ona bıraktığı telefon kaydıyla belgesele önemli dokunuşlarda bulunuyor. Kurgu masasındaki Stacy Goldate ve Brian A. Kates de bu nadir materyalleri ustalıkla bir araya getirerek, fonda da başta Grace albümünün şarkıları olmak üzere tüm Buckley şarkılarını kullanarak harikulade bir aşk mektubu yazıyorlar.
Ben Harper, Aimee Mann, Matt Johnson gibi önemli müzisyenlerin Buckley ile temaslarını öğrenmenin de ince katkılarını görüyoruz. Bu kadar genç ve henüz tek bir albüm sahibi müzisyenin Robert Plant, Jimmy Page, Paul McCartney, David Bowie, Bob Dylan, Nusrat Fateh Ali Khan, Chris Cornell gibi efsanelerin övgüleri mazhar olması boşuna değil. Jeff Buckley, bu başarı ve övgüleri babası Tim Buckley sayesinde değil, olağanüstü sesi ve şarkı söyleme yeteneğiyle elde ediyor. Sadece küçüklüğünde bir kez beraber vakit geçirdiği babasının gölgesini müzikal anlamda da, kendisine babalık etmemesinden kaynaklı bir güvensizlik anlamında da çok fazla hissetmiyor. Mütevazi ve pozitif kişiliğinin şöhretle imtihanı biraz yıpratıcı oluyor. Grace gibi çok başarılı bir albümün ardından gelen başarıyı sürdürme noktasında kaygılar yaşıyor. 29 Mayıs 1997'de kayıt stüdyosunun bulunduğu Memphis'teki Wolf River Harbor'da kaybolan, cansız bedeni nehirde bulunan Buckley'nin otopsisinde uyuşturucu ve alkole rastlanmıyor. Ölumü resmi kayıtlara intihar değil, kazara boğulma olarak geçiyor. Prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan It's Never Over, Jeff Buckley belgeseli sayesinde onun 31 yıllık hayatının tüm önemli durakları, kırılma noktaları, sevinçleri, hüzünleri, renkli kişiliği, etrafında bıraktığı izler, olması gerektiği kıvamda dramatik, tempolu ve melankolik bir karışımla ölümsüzleşiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder