Yönetmen: Ronan Day-Lewis
Oyuncular: Daniel Day-Lewis, Sean Bean, Samantha Morton, Samuel Bottomley, Safia Oakley-Green
Senaryo: Daniel Day-Lewis, Ronan Day-Lewis
Müzik: Bobby Krlic
Kuzey İngiltere’de geçen film, banliyöde yaşayan Jem'in (Sean Bean) ormanda münzevi hayat süren kardeşi Ray (Daniel Day-Lewis) ile yeniden bağ kurma hikâyesini anlatıyor. Yıllar önce yaşanan trajik olaylarla değişmiş ilişkileri, karmaşık ve gizemli bir geçmişe dayanmakta. Jem'in Ray'i eski hayatına döndürme çabasının altında eşi Nessa (Samantha Morton) ve babası yüzünden bir kavgaya karışmış olan oğlu Brian'ın (Samuel Bottomley) ona ihtiyaç duymaları yatıyor. Ne var ki Ray'i geri döndürmek o kadar kolay değil. Senaryosunu babası Daniel Day-Lewis ile birlikte yazan Ronan Day-Lewis'in ilk filmi olan Anemone, bir süre önce oyunculuğu bıraktığını açıklayan Daniel Day-Lewis'in geri dönüş filmi olması açısından önemli. 27 yaşındaki Ronan'ın, babası Daniel'ı, yıllarca kırsalda kendine dayattığı inzivaya çekilmiş, ordu geçmişinde yaşadıkları yüzünden sorunlu ve küskün Ray Stoker rolüyle oyunculuğa geri döndürmesi hem oğul Day-Lewis'in kendisi, hem de baba Day-Lewis aktörlüğünü sevenler için bir nimet adeta. Aslında filmin çok özel, ayrıksı, kenarlı, köşeli, oyuncaklı bir senaryosu yok. Hatta tamamen kurgusal Ray Stoker karakteri üzerine bir çalışma bile denebilir. Ronan'ın muğlak üslubu, görsel metaforlar tercih etmesi, yarı doğaüstü stillere başvurması ve gerçeküstü olandan nemalanmaya eğilimli bir rejisörlüğü karakter olarak benimsemesi ilk başta önemli bir mesafe ve yabancılaşma yaratıyor. Ancak hikaye çözüldükçe, travma, hesaplaşma, bağışlanma, arınma üzerine bir meditasyon netleşiyor.
Filmin travma, geçmiş acılar ve bu olayların ruhlarımız üzerindeki etkilerine dair fikirlerinin ve ulaştığı noktaların çoğu açıkça ifade edilmiyor. Sık sık sinir bozucu bir sessizlik yaşanıyor. Bunun yerine karakterlerin koyu ruh halleri, sahnelere serpiştirilmiş renk tonları, yoğun ve yavaş ilerleyen atmosfer aracılığıyla çıkarımlarda bulunuluyor. Ray'in geçmişin şeytanlarıyla paylaştığı izbe orman evinde, Jem'in Ray ve onun terk ettiği ailesi arasında, Nessa'nın bu uzun küskünlüğün yarattığı anaç çaresizliğinde ve oğul Brian'ın standart bir İngiliz kasabasının ortasında hissettiği duygusal izolasyonlar havayı sürekli koyulaştırıyor. Görüntü yönetmeni Ben Fordesman ile çalışan Ronan Day-Lewis, Galler kırsalının nefis doğa manzaraları ve rüya sahnelerini, dönük kasaba atmosferiyle tezatlaştırarak hikayesine az da olsa görsel bir katkı sağlayabiliyor. Söz konusu meditasyonun her seyirci için tahammül edilir olduğunu söyleyemeyiz. Baba-oğulun kişisel bir projesi olması, biz seyircilerin anlamlandırmakta zorluk çekebileceği unsurları da beraberinde getiriyor ve en önemlisi, bu unsurları taşıyabilen farklı bir hikaye bulunmuyor. Belki de kasıtlı olarak anlaşılması güç bir film olan Anemone, net cevaplar sunmak yerine, yoğun bir şekilde duygusal bir portre çizip, travma ve acının doğasının Ray ve diğer üç karaktere yansımalarının incelenmesiyle ilgileniyor.
Daniel Day-Lewis, beyazperdenin sahip olduğu en inanılmaz oyunculardan biri. Anemone'daki performansı bize nasıl bir manyetik güce sahip olduğunu hatırlatıyor. Ray rolünde, öfkesi ve acısı ile eşit derecede korkutucu, geçmişinin yaralarıyla kederli bir figür olarak kariyerinin en üstün oyunlarından birini çıkarıyor. Konuşmadığı anlarda bile rolünü yaşayan, tiradlarındaki işlevselliği ile sihir yaratan, seyirciyi kendine kilitleyen kusursuz bir doğallık bu. Keşke hikaye daha çekici, tiradların içeriği daha çarpıcı olsaydı. Day-Lewis'in karşısında yılların tecrübesi Sean Bean var. Onun karşısında oynamak gibi muazzam bir zorlukla karşı karşıya kalıyor Bean. Ancak asla tereddüt etmiyor ve elinden gelenin en iyisini yapıyor. Kendisine biçilen rol Day-Lewis'e serbest oyun alanları yaratmak gibi görünse de ondan beklenen standartları bile zaten seviyoruz. İngiliz sinemasının önemli oyuncularından Samanatha Morton ise oğlunun yıllar önce inzivaya çekilmiş babası Ray yüzünden yaşadığı sıkıntılarla baş etmeye çalışan melankolik performansıyla göründüğü sahnelerde iz bırakıyor. Bobby Krlic'in müzikleri filmin gizemli, gerçeküstü, kederli ruh haliyle uyum içinde. Ronan Day-Lewis, bu ilk filmiyle özellikle senaryo açısından birtakım yetersizlikleri olduğunu hissettiriyor. Reji açısından ise senaryodan bağımsız, bir miktar dağınıklık ve tecrübesizlik taşısa da gelecek filmleri için ümit verici dokunuşlar sergiliyor.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder