26 Mart 2013 Salı

Red Riding: In The Year Of Our Lord 1983 (2009)


Yönetmen: Anand Tucker
Oyuncular: David Morrissey, Mark Addy, Peter Mullan, Robert Sheehan, Sean Harris, Shaun Dooley, Warren Clarke, Tony Mooney, Sean Bean, Daniel Mays, Gerard Kearns, Steven Robertson, Tony Pitts, Chris Walker, Lisa Howard
Senaryo: Tony Grisoni, David Peace
Müzik: Barrington Pheloung

Olayların başladığı 1974’ten itibaren 9 yıl geçmişken yine bir kız çocuğu ortadan kaybolmuştur. Dedektif Maurice Jobson, yıllar önce aynı şekilde kaybolan ve ölü bulunan Clare Kemplay dosyasını hatırlar ve iki olayı ilişkilendirecek ipuçları arar. Öte yandan, avukat John Piggott, çocuk cinayetlerinin zanlısı Michael Myshkin’in masumiyetine inanır ve bunu ispatlamak üzere araştırmalara başlar. Tüm bunlar bizi 1974 yılına geri götürecek, iş adamı John Dawson ile başlayan ve polis teşkilatına kadar uzanan suç zincirinin halkaları birer birer çözülmeye başlayacaktır.

Serinin son filmi Red Riding: In the Year Of Our Lord 1983, ilk iki filmin yarattığı ve sürdürdüğü gizem iklimini koruyan, artık özenle atılmış düğümleri çözmesi beklenen son halka. Haliyle bu filmlerden beslendiği gibi, kendine ait yeni karakterler ve ana gövdesine biryerlerden bağlı yan olaylar meydana getirerek, üstelik bunları ustalıkla birbirine ekleyerek müthiş bir final yapıyor. Parçalar birbirine eklendiğinde 74'ten 83'e kadar süren zaman içinde filmle ilgili birtakım ezberlerimiz yeniden gözden geçirilmeye ihtiyaç duyuyor. Bunlardan en önemlisi Maurice Jobson'ın ilk iki filmde pek göremediğimiz duyarlı ve vicdan sahibi kişiliği.


Red Riding 1974 ve 1980'de farklı aktörler yardımıyla karanlık olayların üzerine gitme cesareti ve onları çözme zorunluluğu hisseden vicdanı temsilen son filmde bu rolü üstlenen iki kişiden biri Jobson. Diğeri ise, suçlanan yarım akıllı Michael Myshkin'in avukatlığını üstlenen John Piggott. Başlangıçta Piggott pek bu işe gönüllü olmasa da Myshkin ile konuşması sırasında birşeylerin ters gittiğine inanıp olayın üzerine gitmeye başlıyor. Aslında pekçok ucuz kahramanlık örneği film de bu vicdani refleksten yola çıkarak karton karakterler çöplüğü yaratmıştır. Oysa önce Myshkin'in annesinin ricasıyla ona bir şans tanıyan Piggott, şüpheleri üzerine harekete geçmek istediğinde bu kez karşısına Yorkshire'ın yolsuzlukları ve fâili meçhulleriyle nam salmış polisleri çıkıyor. Bu da Piggott'ın geri çekilmesi için bir sebepken, yine emniyet mensubu ölmüş babasının karanlık geçmişinden ve içine düşen şüphe ateşinden kaynaklanan senaryo ağları, onu adım adım sırlarla dolu bu davaya itiyor.

John Piggott, üçleme için yeni bir karakter. Fakat ilk filmden bu yana ketum haliyle teşkilat içinde dönen tüm dolaplardan haberdar olan, üstelik bu dolapların bir parçası olan Maurice Jobson, kaybolan küçük kızlardan Clare Kemplay’in davasıyla birlikte bir uyanış yaşıyor. Bu uyanışın birdenbire gerçekleşmesi pek inandırıcı olmayabilirdi. O yüzden 74 ve 80'den yapılan bazı kritik alıntılar, Jobson'ın aslında pek de birdenbire dürüst ve cesur bir kanun adamına dönüşmediğini, çeşitli ruhsal ve mesleki sebepler yüzünden pasif kaldığı ya da pasif bırakıldığı gerçeğini yavaş yavaş enjekte ediyor. Jobson ve Piggott'ın sırlara karşı gösterdikleri merak, idealist direnç ve vicdani varoluş, ayrı ayrı kollardan araştırdıkları meselelerin kesişme noktasında tek vücut haline geliyor.

Öte yandan sırlarla dolu rahip Martin Laws, serveti ve iş ortaklığı sayesinde Yorkshire çetesiyle anlaşma halindeki ilk filmin önemli isimlerinden John Dawson, bir silahla birini öldürmek üzere filmin finaline doğru yola çıkan BJ, yine ilk filmde gazeteci Eddie Dunford'a çingene katliamını ihbar eden gizemli telefon, kaybolan küçük kızlar ve başka gizemler filmin doğal akışı içinde birer birer aydınlanıyor. Bu çözülmeler kimilerine mutlu, kimilerine mutsuz sonlar hazırlıyor. Üstelik filmin biraz da şiirsel bir anlatıma sahip finali, Red Riding üçlemesinin o ana dek sakladıkları ve gösterdikleriyle bir bütün olup, gerçeklere dayalı uzun soluklu bir maceranın suç epiğine dönüşümünü kutsuyor.


Son filmde yönetmen koltuğundaki isim ise, bugüne kadarki en mühim filmi 1998 yapımı Hillary and Jackie olan Tayland doğumlu Anand Tucker... Julian Jarrold (1974) ve James Marsh'ın (1980) ardından filmin kendi zaman aralığı olan yaklaşık 10 yılın hem dönemsel farklılıklarını, hem de ruh bütünlüğünü aynı anda koruyup perdeye aktarma işini bu kez üstlenen Tucker, üçlemeye hak ettiği itibarı sağlıyor. Özellikle 1974 yılına yapılan geri dönüşleri kendi elini güçlendirmek için kullanışı, karmaşıklaştığı düşünülen anların da can simidi olabiliyor. Bu yüzden üç filmin ardı ardına izlenmesi çok daha sağlam etkiler yaratacaktır. Red Riding:1983 oyunculuk olarak David Morrissey ve Mark Addy'yi öne çıkardığı gibi, Robert Sheehan ve Daniel Mays'den de çok çarpıcı yan performanslar elde ediyor. Toplamda ortaya herşeyiyle dört dörtlük bir polisiye üçlemesi çıkıyor.

1 yorum:

  1. Tam da merak ettiğim bir filmdi abi. David Peace romanı ne de olsa...

    YanıtlaSil