20 Haziran 2012 Çarşamba

Safe House (2012)


Yönetmen: Daniel Espinosa
Oyuncular: Denzel Washington, Ryan Reynolds, Vera Farmiga, Brendan Gleeson, Sam Shepard, Rubén Blades, Nora Arnezeder, Robert Patrick, Liam Cunningham, Fares Fares
Senaryo: David Guggenheim
Müzik: Ramin Djawadi

Uzun süredir Cape Town’da “Safe House” adı verilen ve olağanüstü durumlarda kullanılan tam teşekküllü sığınakta “housekeeper” olarak görev yapan ajan Matt Weston (Ryan Reynolds), yaşanılan durgunluktan çok sıkılmıştır. Sadık bir çalışan olan bu “kahya” kendini kanıtlamak, mesleğinde yükselmek ve Güney Afrika’daki bu görevinden kurtulmak için bir fırsat beklemektedir. Karşısına çıkan ilk vaka ise çok tehlikeli adamla ilgilidir. CIA’in gelmiş geçmiş en iyi operasyoncularından olan eski istihbaratçı Tobin Frost (Denzel Washington) iş ahlakını kaybetmiş ve orduya ait gizli bilgileri para karşılığında satmaya başlamıştır.

En son İngiliz istihbaratından Alec Wade’den aldığı bir mikroçipte CIA’in tüm kirli çamaşırları saklıdır. Peşine düşen tehlikeli katillerden kaçış olmadığını anlayan Frost, Amerikan Büyükelçiliği’ne sığınır ve oradan Weston’ın görev yaptığı eve götürülür. Ama işkenceyle sorguya çekilirken paralı askerler gelip Safe House’ı darma duman ederler. Weston’ın sayesinde son anda kurtulabilen bu ikili, kendilerine saldıranların teröristlerce mi, yoksa içeriden biri tarafından mı gönderildiğini anlamak zorundadırlar. Bu yüzden öldürülmeden önce işbirliği yapmaları gerektiğini anlarlar. Her yerde gözü kulağı olan bu gizli güçlerden kurtulmak için Frost’un zekasına ve tecrübesine, Weston’ın dürüstlüğüne ve tutkusuna ihtiyaçları vardır.

Denzel Washington’ın (Training Day hariç) iyi tarafı temsil ettiği siyah-beyaz kombinasyonunun aksiyon/macera örneklerinden biri daha olan Safe House, oyuncunun bu türde verdiği örneklerle kıyaslandığında Man On Fire ve American Gangster’ın başı çektiği bir DW liginde Unstoppable, Deja Vu veya Inside Man sınıfında kendine yer bulabilecek türden bir yapım bana göre. 2010 yılı İsveç filmi Snabba Cash ile dikkat çeken İsveçli yönetmen Daniel Espinosa’nın Safe House’u çekmeden önce bol bol Denzel Washington/Tony Scott işbirliğinin ürünlerini izlediği anlaşılıyor. Bu filmle ilk uzun metraj senaryosunu yazan David Guggenheim’ın, artık örneklerini çok fazla gördüğümüzden dolayı “cesur” şeklinde tanımlamaktan sıkılabileceğimiz yozlaşmış ve adeta kendi içinde derinleşmiş CIA ayak oyunlarını derleyip toparlayacağı başka bir hazır formül olmadığından, Espinosa’nın Tony Scott formülleriyle hareket etmesi de pek sürpriz sayılmaz aslında.


Bu açıdan pek bir orijinal tarafı bulunmayan, ama baştan sona heyecan dolu bir macera izlemek isteyen, bunun yanında artık bilmem kaçıncı defa kendini bayrağına adamış ama bir komplo sonucu görev ve sorumluluklarını sorgulayarak karanlık tarafa geçen, bu sayede geçmişin kefaretini ödemek isteyen bir kahraman (ve başta mecbur kalsa da sonra ona yarenlik ederek kendi saf değerleriyle kahraman olan bir çaylak) öyküsüne burun kıvırmayan seyirciler için biçilmiş kaftan. Yeni olmasa bile, Frost’un sistemden çıkıp ona karşı gelmesinin bahanesi olarak anlattığı kısa öykünün inandırıcı kurgusu, buna bağlı olarak kendine haklı gerekçe yaratmak için “herhangi bir işte uzun zaman çalışırsan, o işte ustalaşırsın ve yalan söylemek, ihanet etmek hayatının bir parçası oluverir” gerçekliği filme pozitif mesaj katkısı sağlıyor.

Washington – Reynolds ikilisinin uyumu, zaten Washington’ın karşısına kimi koysanız gerçekleşecek bir usta – çırak düzleminde. Western havası sezdiren finaldeki karşılıklı oyunları da gayet başarılı. Brendan Gleeson, Sam Shepard, Liam Cunningham, Vera Farmiga gibi iyi oyuncuların takım elbiseli mekanik rollerde böylesine ikinci, üçüncü planda kalışları yine çoğu Denzel Washington filminden alışık olduğumuz bir durum. Bourne üçlemesinin de görüntü yönetmenliğini yapan yılların tecrübesi Oliver Wood’un Güney Afrika mecrasını az da olsa Hollywood sentetikliğinden arındıran tarzı belli oluyor. Arandığı vakit çok fazla bulunacak olsa da, özellikle stadyum bölümünün türlü mantıksızlıkları ve Weston’ın filme hiçbir katkısı bulunmayan gönül ilişkisi gibi zayıflıkları fazla takmadan izlemek, politik tabanlı bu aksiyon/maceranın tadını almak isteyenler için daha doğru olacaktır. Ama “zıt taraflar Stockholm sendromunda buluşur” temalı aksiyon/macera filmlerinin iki güzide örneği olan Midnight Run ya da The Negotiator gibilerinin yanında vasat bile sayılabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder