17 Ocak 2010 Pazar

Up In The Air (2009)


Yönetmen: Jason Reitman
Oyuncular: George Clooney, Vera Farmiga, Anna Kendrick, Jason Bateman, Amy Morton, Melanie Lynskey, J.K. Simmons, Danny McBride
Senaryo: Jason Reitman, Sheldon Turner, Walter Kirn
Müzik: Rolfe Kent, Matt Messina

Ryan Bingham (George Clooney), neredeyse bütün iş yaşamı şehirden şehire iş seyahatlerinden ibaret olan küçülme uzmanı bir şirket elemanıdır. Çalıştığı şirketin seyahat bütçesini küçültmesi üzerine Ryan kendini hiç beklenmedik bir mücadele içinde bulur. Tam da rüyalarını süsleyen seyahat tutkunu Alex'le (Vera Farmiga) tanıştığında, Ryan’ın müdürü (Jason Bateman), genç bir verimlilik uzmanı olan Natalie'nin (Anna Kendrick) geliştirdiği bir projenin etkisinde kalarak, Ryan’ı ebediyen yollardan çekmekle tehdit eder. Bu ihtimalle karşılaşınca, yere inmekten başta korkan Ryan, insanın bir evi olmasının aslında ne demek olduğunu düşünmeye başlar.

Juno ve Thanks For Smoking gibi parlak senaryoları başarıyla filme aktaran Jason Reitman, yine Thanks For Smoking gibi bir roman uyarlaması olan Up In The Air’i Sheldon Turner ile birlikte senaryolaştırarak geri döndü. Up In The Air, genel hatlarıyla detayları ve bazı olumsuzlukları göze batsa da, izlenebilir bir yapım. Doğal olarak Oscar kriterleri ile de arası gayet iyi. Filmde işten atılan çalışanların, son bir yıl içinde gerçekten işten atılmış kişilerden seçilmiş olmasının sağladığı gerçeklik, George Clooney, Vera Farmiga, Anna Kendrick üçgeninde ilerleyen ana hikâyeye güç katıyor. Üstelik bu üçlü, film süresince geçirdikleri değişimlerle (içlerinden birinin sürpriz değişimiyle) kendi sınırları içinde canlandırdıkları karakterleri filmin sonuna kadar taşıyabiliyorlar. Özellikle sonlara doğru yaşanan beklenmedik gelişme, filmin dramatik ve gerçekçi yanına önemli bir katkı sağlıyor. Yine de dört dörtlük bir film olmadığı gibi, Oscar kriterlerine sahip olmasına rağmen bana göre önemli eksikliklere sahip bir film Up In The Air


Biraz daha derinlemesine bakıldığında film bu kriterleri, sanki sırf o kriterlere uyum sağlasın diye yerine getirmiş. Bu doğrultuda açtığı bazı cephelerde mücadele ederken sık sık bocalıyor. Örneğin bazı kilit anlarda gerçekleşen ve çarpıcı ifadeler beklenen diyaloglar ya sıkıcı, ya yetersiz, ya da alâkasız. Uzun yıllar hizmet verdikleri işlerinden bir anda kovulan insanların dokunaklı çaresizliklerini yansıtma başarısı, güçlü bir sistem eleştirisine kadar ulaşamıyor ne yazık ki. Gerçi çoğu kez topu seyirciye atarak yorumu onlara bırakıyor ama böyle konuşkan geçinen bir film için (hatta fazla konuşmaması gereken yerlerde lafı fazla uzatan bir film için) sık sık kolaya kaçıyor. İnsanların neden işten atıldıkları yerine nasıl atılması gerektiği üzerine daha çok kafa yorarak farklı bir eleştirel bakışı olduğu da söylenebilir. Şayet öyle bir bakış atmaya samimi biçimde niyeti varsa! Kovulduğunu çocuklarına nasıl anlatacağını düşünen bir çalışan, Ryan Bingham’ın işinin sadece önemsiz bir parçası gibi gösterilirken, üzerine uzun uzadıya sohbetlere girişilen uçuş kartları ve kazanılan miller, hayatında daha önemli bir yer tutuyor. Hele de Natalie’nin özel hayatı konuyu iyice dağıtıyor.

Aslında Up In The Air, “konu dağıtma”yı, “vizyonu geniş tutma”ya uyarlayacak Oscar kurnazı bir film. Elbette karakterlerin özel hayatları, uçuş milleri, işten kovulan insanlar, uzun süre görüşülmeyen kızkardeşin düğünü, Bingham’ın yazmayı tasarladığı kitabı vs. uğraşılsa kolayca filmin ana fikri olarak düşünülen mesajlarla ilişkilendirilebilecek hamurdalar. Fakat hem kaçak güreşen eleştirel boyutu, hem de sevimli olmak adına yapılan yersiz eklemeler, filmin ciddiyetine gölge düşürür boyutlara varabiliyor. O kadar gerçek işten kovulan insanı dinledikten sonra Zach Galifianakis ile meseleye tebessüm ettirmeye çalışmak, cep telefonu mesajıyla ayrılmak gibi trajik bir durum karşısında Anna Kendrick’e filmin doğasına ters bir tepki verdirmek, hangi kart daha iyidir, kaç mille ne yapabilirsiniz, uçuş kontrol kapılarından en çabuk nasıl geçersiniz konularıyla kafa ütülemek bir süre sonra filmden soğutabiliyor.

Ayrıca her ne kadar dikkate değer bir ironi barındırsa da, ciddi ilişkiler acemisi bir adam ile, tek gecelik ilişkiler ustası bir kadının, tecrübesiz ve kırılgan bir kızı karşılarına oturtup mülâkat etmeleri sahne düzeni olarak çok sırıtıyor. İşi gereği ayakları nadir yere değen, bu yüzden romantik ilişkiler kadar aile ilişkileri yönünden de acemi Bingham’ın, kızkardeşinin düğün günü paniğe kapılan damadı sadece “co-pilot” vurgusu ile ikna edebilmesi, beni hiç ikna edemedi açıkçası. George Clooney’nin ikna kapasitesi, fiziğiyle doğrudan alâkalı olduğu için, devreye ikna kabiliyeti güçlü bir senaryonun girmesi gerekiyor her zaman.


İşte o fiziği gereği Clooney, hiç tanımadığı insanları kibarca işlerinden kovarken takındığı soğukkanlılık ve ifadesizlikle, kapitalizmin soğuk yüzünü gerçekçi biçimde temsil edebiliyor. Aynı şekilde birçok sahnede yüzüne yapışan yersiz gülümsemeler ve alaycılık da aynı etkiyi yaratıyor. Ama acaba gerçek amaç bu adamı bu şekilde mi resmetmek? Tabiî ki hayır! Çünkü büyük patronların bir emir kulu olarak kovulduklarını bildirmekle görevli birinin biraz da alışkanlıktan dolayı böyle umursamaz duruşunun ardında sadece Clooney’nin kendisi ve onu insani boyutunu dönüştürmede hiç çaba sarfetmeyen senaryo yatıyor. Oysa Michael Clayton’daki adam da kravatına kadar aynı adamdı. Ama orada Clooney’nin ele alınışı çok daha ciddiydi. Böyle olunca “sırt çantanıza tüm sevdiğiniz şeyleri koyun” mottosu, duygusal bağlanmaya karşı ani fikir değişimi, işlerini kaybedenler için üzülüyormuş gibi yapması hep havada kalıyor. Yine de sonlara doğru tasarlanan sürpriz, Bingham’ı olduğu kadar bizleri de ters köşeye yatıran cinsten olduğu için, o ana dek yavan romantik komedi sinyalleri veren duygusal seviyeyi çok daha gerçekçi bir yöne çekiyor. Bu sayede hem filmle, hem Bingham ile, hem de Clooney ile (belki de göz boyayan) bir özdeşlik sağlanıyor.

Bir yılın %90’ını uçaklarda ve otellerde geçiren Ryan Bingham rolünde George Clooney’nin durumundan söz ettik. Vera Farmiga’da adeta onun kadın versiyonu gibi. Oyunculuk yönünden filmin en büyük artısı, gençliğinin ve hırsının tecrübesizliğine yenik düşmesini yaşayarak öğrenen Natalie’yi canlandıran Anna Kendrick olsa gerek. Zaten onun dışında bana göre filmde ödüllük bir durum yok. İnsanlara kovulduklarını en yetkili ağızdan söyleyemeyen acımasız sistemin kullandığı başka insanlar, yoğun iş yaşamından kendine zaman ayıramayıp acemileşen, hatta farkında olmadan ergenliklerine geri dönen yetişkin bireyler, sahip oldukları imkânlara rağmen hayatı ıskalamak zorunda kalan kentliler, bağlılığı kendi algıladıkları biçimde yaşayarak bağlandıkları insanlara değer veren/vermeyen kadın/erkekler üzerine bir film olmasına rağmen, birçok yönden bunları hakkıyla işleyemediğini düşündüğüm bir film Up In The Air… Adı gibi sanki aklı birkaç karış havada!

1 yorum:

  1. Yorumlarına kesinlikle katılıyorum. Bencede "havada bir film". Hele en sonunda kadının evinin kapısında yaşadığı hayalkırıklığının herzamanki fotografik duruşuyla hiç yansıtamamış. Co-pilot benzetmesi ve o böümünde bu şekilde hızlı geçişi çok yapay ve hiç inandırıcı değildi, hernekadar bu konuşmayı yapmak ona düştüğü için biraz tebessümde ettirdi bize doğrusu.

    YanıtlaSil