6 Mart 2009 Cuma

House (2008)


Yönetmen: Robby Henson
Oyuncular: Reynaldo Rosales, Heidi Dippold, Julie Ann Emery, J.P. Davis, Michael Madsen, Lew Temple, Leslie Easterbrook, Bill Moseley
Senaryo: Ted Dekker, Frank Peretti, Rob Green
Müzik: David E. Russo

İlgisizlikleri sonucu küçük kızlarını bir kazada yitirmiş olan bir çift, sallantıdaki evliliklerini düzeltmek amacıyla evlilik danışmanlarına giderken yolda yaşadıkları birtakım olaylar sayesinde tuhaf bir eve sığınmak zorunda kalıyorlar. Buraya kendilerinden önce gelmiş bir başka çift ile, evin kendisi kadar tuhaf sahiplerinin davranışlarından, buranın aslında bir otel olduğunu anlıyoruz. Anne, baba ve kazık kadar bir oğuldan oluşan bu ailenin garip davranışlarından ürken konuklar evden çıkmak isteyince bu kez dışarıda onları bekleyen maskeli, silahlı bir adamın oyununu oynamak zorunda kalıyorlar. Şafak sökene kadar kendisine bir ceset verilmesini isteyen, istediği yapılmazsa herkesi öldüreceğini söyleyen bu adam, evin dışındaki bir tehdit iken, evin içinde de daha başka tehditler kol geziyor. Görüldüğü üzere normal bir gerilim filmine fazla gelebilecek bu iştah kabartıcı bolluğa rağmen, bittiğinde geriye orijinal hiçbir şey bırakmayan bir film House. Kestirme yol, çekmeyen cep telefonu, aynaya bakan kişinin arkasında beliren silüetler, şimşek çaktığında başkasının omzunda biten tipler, uzun saçlı gizemli kız çocuğu gibi artık baygınlık getiren korku-gerilim unsurları, sanki kullanmayanı dövüyorlar misali yine hazır kıta. Michael Madsen bile var” diyerek bu kısa yorumu burada noktalasam, çoğu kişi ne demek istediğimi anlayacaktır.

Eve hapsolan dört karakterin çeşitli halüsinasyonlar vasıtasıyla lekeli geçmişleriyle yüzleşmeleri, akıllara Stephen King kısa öyküsünden uyarlanan 1408 filmini getirebilir. Aslında film, bir ara bu dört karakterin ev içinde birbirlerinden koptukları bölümlerde dörde bölünerek iyi bir tempo da yakalıyor. Bu dörtlü anlatım, artı ev içinde ve dışında mevcut bulunan tehlikelerin karışık dizilimi de kurgu yönünden başarılı sayılabilir. Ne var ki bu karmaşayı derleyip toparlama yönünde aynı başarıyı gösteremeyip, soluğu yine klişelerin yanında alıyor. O zaman da, zaten bu dört hikayede alışıldık biçimde ele alınmış olan ihmal, cinsel taciz, baba baskısı, evlilik gibi meseleler olağan sıradanlığına dönüveriyor. Son aşamada verilen “ışık içimizde” mesajı da öyle bir gereksizlik ki sormayın gitsin. Artık yönetmen mi, senarist mi hangisi bilemiyorum, durumu kurtarma adına biri “aslında siz buydunuz”, diğeri de “devam filmi de çekilse ne güzel olur” diyen iki sözde sürprizle çırpınışlarda bulunuyor. Son zamanlarda çoğalan isimsiz küçük korku filmlerinde umulan yaratıcı ruhun izlerini aramak için yanlış adreslerden biri. Bence kendisi bile tam olarak neye benzemeye çalıştığına karar verememiş tipik bir fragman tuzağı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder