30 Mayıs 2007 Çarşamba

Hurlyburly (1998)


Yönetmen: Anthony Drazan
Oyuncular: Sean Penn, Kevin Spacey, Robin Wright Penn, Chazz Palminteri, Garry Shandling, Anna Paquin, Meg Ryan
Senaryo: David Rabe
Müzik: David Baerwald, Petra Haden, Steve Lindsey

Oldukça tanınmış bir casting yönetmeni olan Eddie, iş ortağı Mickey ile aynı evde yaşamaktadır. Mickey karısı ve çocuklarıyla birlikte süren yaşantısına bir ara vermiştir. Bir oyuncu olan Artie ve aktör adayı olan Phil ile birlikte bu dörtlü yaşamlarını yolundan çıkmış bir şekilde sürdürmektedir. Bu dört erkeğin yaşamlarına birbirine benzemeyen üç kadının girmesi ile olaylar hiç beklenmedik bir yöne sürüklenir.
 
David Rabe’in tiyatro oyunundan, yine Rabe tarafından senaryolaştırılıp Anthony Drazan tarafından çekilen Hurlyburly'nin 1984’deki Chicago prömiyerindeki kadroda William Hurt, Christopher Walken, Sigourney Weaver, Harvey Keitel gibi elit oyuncular bulunuyordu. Oyun hala çeşitli dönemlerde farklı oyuncular tarafından sahnelenmekte. Filmdeki elit oyuncu kadrosu da en az oyundaki kadar muhteşem. Zaten oyundan uyarlanan sanaryonun kolay yenilir yutulur cinsten olmayan fevkalade komplike cümleler sağanağına hakim olmak için direksiyon kabiliyeti kuvvetli oyunculara ihtiyaç duyulması kaçınılmaz.


Hurlyburly her şeyden önce bir kara-komedi. Ama iki başrolün meslekleri gereği oyuncu avcısı olmaları ve sinema sektöründe söz sahibi olmalarının getirdiği Hollywood taşlamasından ziyade, insan ilişkilerinin sosyal, cinsel, ahlaki ve felsefi yönleriyle ilgilenen, bunu yaparken de hızını alamayıp sık sık boyut değiştiren bir film. Senaryonun çetrefilli bünyesi, irili ufaklı 7 ana karakterin farklı kişilikleri üzerine çeşitli başlıklarda oldukça derin analizler ve ruh çözümlemelerinden oluşuyor.

Önce oyunculardan bahsedersek bir önem sırası oluşturmak gerekebilir. Sean Penn’in canlandırdığı Eddie, gerek senaryodaki kendine ait bölümlerden de anlaşılacağı üzere akıl fikir yönünden çok zor bir karakter. Umursamaz tavrının ardına sakladığı, aslında yaşadığı hayatın her ayrıntısında bir anlam arayan, genelde bulamayan, ama bulduğunda bile mutsuz olmayı başarabilen manik depresif bir karakter. Penn bu rolüyle belki de kariyerinin en müthiş performanslarından birini sunuyor. Öyle ki bu rolüyle Venedik Film Festivali’nde En İyi Aktör ödülü alan oyuncunun gözüktüğü her sahne, farklı ruh hallerinden oluşan çok geniş bir yelpazede seyrediyor. Eddie’nin partneri Mickey rolüyle Kevin Spacey ise o malum soğukkanlı karizmasına gizlediği usta manevralarını ve şeytani dokunuşlarını bol bol sergiliyor. İkilinin uyumuna hayran kalmamak elde değil. Aktör-komedyen-şovmen Garry Shandling’in pek fazla derinliği olmayan Artie performansı ile birlikte, bu filmden üç yıl önceki The Usual Suspects'te yine Spacey ile beraber oynayan ve yine “soğuktan sıcak” aktörlük niteliklerine sahip Chazz Palminteri’yi Phil rolüyle izlemek çok keyifli. Kaba ve dengesiz Phil’in şiddete meyilli bir maganda ile şefkatli eş-baba arasında gidiş gelişleri çarpıcı olduğu kadar kara komedinin yapıtaşlarına da sonuna kadar uyan bir eğlencelik barındırıyor.

Bu dört erkeğin erkeksi, ama aynı zamanda zayıf noktalarını görüyoruz. Bu zayıflıkların birçok sebebi olduğu gibi, basit meselelerden de çok derin çıkarımlarda bulunmaya hazır bu insanların hayatlarına bir yerlerden giren üç kadın için de onlar kadar ilginç demek doğrudur. Artie’nin asansörde bulduğu ve bu dört erkek tarafından bir eşya veya evcil hayvanmış gibi komik yorumlara mahzar olan Donna (Anna Paquin), Eddie ve Mickey’in sürekli tartışmasına sebebiyet veren, Eddie gibi bir çılgının sevgilisi olmanın bedelleriyle boğuşan Darlene (Robin Wright Penn) ve kimi filmlerin vazgeçilmezi olan altın kalpli fahişe tiplemesinin Hollywood tepeleri versiyonu Bonnie (Meg Ryan), filmin diğer çekici unsurlarını oluşturuyor.

 
Elinizde böyle bir kadro varsa, oyuncu yönetimi ile ilgili çok fazla çaba sarfetmeniz gerekmeyebilir. Kimi zaman senaristten, yönetmenden hatta bazen oyunculardan çıkıp bir canavara dönüşen deneysel senaryonun ayaklarını yere sağlam bastıran ve onun dizginlerini ellerinde tutmaya özen gösteren başta Penn, Spacey ve Palminteri olmak üzere, uzadıkça uzayan repliklerini vücut ve mimiklerle dengelemeyi çok iyi beceriyorlar. Her ne kadar Hollywood standartları çerçevesinde “rol” kesiyor olsalar da, artık bir yerden sonra senaryoda kendi paylarına düşen o bitmek bilmez cümlelerin de etkisiyle spontane anlar yaşıyorlar.

Sürekli bahsettiğimiz senaryonun içerisinde “hepimiz sadece diğerlerimizin arka fonlarıyız”, “ben kendimin en büyük çelişkisiyim”, "her şey beni diğer her şeyden vazgeçiriyor”, ben ikiniz arasında olabilecek tehditkar bir bağlantının geçerli bir sapmasıydım” türünden binlerce cümle var. Bu cümlelerin kuruluş ve yan yana getirilişinin ardında bir tiyatro oyunu olması gerçeği, oyunun filme dönüşümü esnasında yaşanabilecek dezavantajları da beraberinde getirmiyor değil. Oyunculukta bir türlü tutunamamış kaba saba Phil’in “bizde farkındalık dışı içsel bölgenin sonuçları olan kör noktalar var” demesinin inandırıcılık seviyesinden ziyade komik duruşuna tav oluyoruz. Felsefi alt okumaların yoğunluğu filmi rutinleştirme tehlikesi barındırıyor.


Ama metin, düpedüz felsefi olmaktan uzak durma iyi niyetine de sahip. Kendisini arabadan atan Phil için “bu adam iyi sosyal değerlerden tamamen yoksun” diyen fahişe Bonnie’nin ironik komikliği veya Eddie’nin “Phil’i tanımaya çalışsaydın severdin” dediği Mickey’nin cevap olarak “zevk sahibi olmam beni birçok şeyden alıkoydu” demesindeki ince mizah anlayışı gibi bir sürü örneğin cirit attığı, sık sık karmaşık felsefi ifadeleri günlük konuşmalara uygulamaya çalışan gayet güzel bir yazım örneği. Hatta o taş gibi sağlam yapısına rağmen kimi yerlerde aralara serpiştirilen “bla bla” ve benzeri kaçışlarla da bir denge tutturmaya çalışıyor. Oyunun adının da “Confusion” gibi daha ciddi bir isim yerine Hurlyburly olarak düşünülmesi belki de bu dengesel tavrın bir ürünüdür. “Karışıklık” yerine “Harala Gürele” gibi bir yaklaşım, sıkıcılık tehditine karşılık psikolojik anlamda daha sıcak bir intiba uyandıracaktır.
 
İhanet, arkadaşlık, ölüm, evlilik, seks, şiddet gibi daha sıralanabilecek pek çok kavramı kendi yağında kavuran Hurlyburly, durmadan uyuşturucu alan karakterlerinin o etki altında yaptıkları tartışmalardan, konuşmalardan beslenen, belli bir konu veya amaç etrafında dönmeyen, insan yapıları ve onlar hakkında binbir türlü teorisi olan çok farklı bir film. Başta Eddie’nin ve başta Sean Penn’in olmak üzere hemen hemen tüm karakterler üzerine soyut/somut çeşitlemelerin yoğunlukta olduğu iki saatlik bir beyin faaliyeti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder