29 Nisan 2020 Çarşamba

La odisea de los giles (2019)


Yönetmen: Sebastián Borensztein
Oyuncular: Ricardo Darín, Luis Brandoni, Verónica Llinás, Chino Darín, Daniel Aráoz, Rita Cortese, Andrés Parra, Carlos Belloso, Ailín Zaninovich, Alejandro Gigena, Guillermo Jacubowicz
Senaryo: Sebastián Borensztein, Eduardo Sacheri
Müzik: Federico Jusid

2001 yılında Villa Alsina isimli küçük bir Arjantin kasabasında yıllar önce iflas edince kapatılan La Metodica isimli tarım kooperatifini satın alıp tekrar faaliyete geçirmek isteyen Fermín Perlassi, eşi Lidia ve yakın dostları Antonio, kasabada tanıdıkları birkaç kişiyi de bu projeye ortak ederek onlardan para toplarlar. Ama ellerindeki 158,653 dolar yeterli olmayınca bankadan 100 bin dolar kredi çekmek isterler. Fakat bankanın kredi sorumlusu Alvarado, bu krediyi alabilmeleri için toplanan paranın bazı ekonomik önlemler sebebiyle acilen Fermín'in şahsi hesabına yatırılması gerektiğini, iki gün sonra parayı çekebileceğini söyler. Bu tavsiyeye uyup parayı kendi hesabına alan Fermín, ertesi gün patlak veren ekonomik kriz yüzünden hükümetin tüm hesapları bloke etmesiyle bir anda parasız kalır. Alvarado da ortalıktan kaybolur. Ortaklarını da yüzüstü bırakmış pozisyonuna düşen Fermín, bir de üstüne trajik bir kaza geçirince bunalıma girer. Bir yıl sonra her şeyin unutulduğu bir anda tesadüfen kasabanın avukatlarından Fortunato Manzi'nin Alvarado ile işbirliği yaparak bankanın paralarını sakladıklarını öğrenen ortaklardan Antonio ve Rolo, dostları Fermín'i bu durumdan haberdar ederler. Fermín'in ekonomik sıkıntılar yüzünden üniversiteyi bırakan oğlu Rodrigo ve ortaklardan biri olan iş kadını Carmén Lorgio'nun oğlu Hernán'ı da ekibe dahil edip 9 kişi olan mağdurlar, paralarını geri almak için müthiş bir plan yaparlar.

Eduardo Sacheri'nin kendi romanını Sebastián Borensztein ile senaryolaştırdığı, Borensztein'ın yönettiği La odisea de los giles (Heroic Losers), dramı, komediyi, gerilimi bünyesinde çok iyi buluşturmuş bir yapım. Soygun filmi demek ne kadar doğru olur bilinmez ama "kahramanca kaybedenler" olarak, yıllarca çalışıp emeklerinin karşılığı olan birikimlerini kriz bahanesiyle gasp edenlere karşı sadece kendilerine ait olanı geri almak amacıyla bir şeyler yapmanın peşinde olan kahramanlarımızın kuruluş, plan süreci ve uygulama evreleri tıkır tıkır işleyen bir soygun filminden hiç farklı değil. Tek farkı, bunu yapanların hırsız değil, dürüst ve sıradan vatandaşlar olmaları. Bu da çok önemli bir fark. Zira her zaman kötülerin kötülüklerinin yanlarına kar kalmaması için onların anladıkları dilden konuşmak gerekiyor. Tabii öncelik, hakları hukuk ve adalet sistemi sınırları içinde aramaktır. Fakat dünyada pek çok ülkenin yaşadığı ekonomik ve buna bağlı olarak politik buhranların yarattığı krizleri fırsata çeviren güçler için hukuk ve adalet sisteminin hakkıyla işlediğini söylemek büyük iyimserlik. Arjantin de bu bahtsız ülkelerden biri. 1976 ile 1983 yılları arasındaki cunta yönetiminin halka yaşattığı trajedileri konu alan bir çok film çekildi. Yolsuzluklar, Uluslararası Para Fonu IMF'in “Para Kurulu” modelinde ısrar edilmesi, küresel ekonomideki durgunluk, ekonominin sıcak para girişine bağımlı kalması, altyapısız, yanlış ve hızlı özelleştirme gibi nedenlerle bu kez 2001'de büyük bir kriz yaşayan Arjantin, bu adaletsizliklerin en önemli mağdurlarından biri. Haliyle bu alanda da üretilebilecek filmler için önemli malzeme barındırıyor. La odisea de los giles bu malzemeyi en iyi kullanan filmlerden birisi.

Tüm iyi niyetleriyle bir kooperatif kurmak, üretim sağlamak, istihdam yaratmak için harekete geçen Fermín, Lidia ve Antonio'nun, kendileri gibi iyi niyetli kasaba sakinlerinden ortak olmaları için para toplamaları, fakat kriz nedeniyle tüm birikimlerini kaybetmeleriyle motivasyon yönünden dört dörtlük bir çıkış noktasıyla, üstelik dramatik yönü daha da güçlendiren bir trajediyle macerasına başlayan film, bu adaletsizlik kozunu hep cebinde tutuyor. Gerçi tutmasına da gerek kalmıyor çünkü onlara yapılan haksızlık karşısında sessiz kalmamaları en büyük dileğimiz haline geliyor. Fermín'in iç sesi "hayatını mahvedenin bir kişi değil de koca bir ordu olduğunu anladığında ne yaparsın, seni kim savunur? Hiç kimse." diyerek durumun çaresizliğini özetliyor. Bu yozlaşmış siyaset ordusu içinde adalet arayışının mümkün olmayacağını, bazı filmlerdeki gibi silahları kuşanıp önüne geleni öldürecek bir Rambo olmadıklarının farkında olan sevimli "enayiler" için bir fırsat doğuyor. O fırsatı değerlendirip adaleti sağlamanın tek yolu da hırsızdan çalmaktan geçiyor. Kendi parasını geri almak ne kadar çalmak oluyorsa tabii. Ama normal yollardan geri alamayacakları birikimlerini hırsızın bile aklına gelmeyecek zekilikte bir planla kurtarmanın adı "çalmak" bile olsa bu onları hırsız yapmıyor. Hatta ekipten Medina'nın hırsızı bir temiz dövelim önerisine karşı durdukları için zorba da yapmıyor. Eskinin hızlı anarşistlerinden olan ve sık sık anarşizm kuramcısı Rus devrimci ve düşünür Mihail Bakunin'i zikreden Antonio bile bu fikre yanaşmıyor. Çünkü ona göre "iyi bir anarşist daima düşmanından iki hamle önde olur" ve önce zekası ile onu yener. Bu noktada filmin çok basit ve belki bu kadar basit söylendiği için de etkili bir "orospu çocuğu" tarifi var.


Fermín ve Antonio, planları üzerinde çalıştıkları sırada aralarında müthiş bir diyalog geçiyor. Antonio, şayet başarılı olurlarsa Manzi'nin bunun bir adalet eylemi olduğunu bilmeyeceğini, kendisi gibi bir orospu çocuğunun işi olduğunu düşüneceğini söylüyor. Bunun üzerine Fermín, bu insanların kendilerini öyle hissetmediklerini, aynaya baktıklarında "şu pisliğe bak" diye düşünmediklerini, suçluluk hissetmediklerini, bunun kendileri gibi saflara özgü bir şey olduğunu dile getiriyor. Kötünün kendini asla kötü olarak görmediğinin, bu yüzden kötülük yapmaya devam ettiğinin en basit özetlerinden biri. Bürokratların, hukukçuların, ekonomistlerin veya saygın görünen mesleklere sahip kimselerin hırsızdan, katilden bir farkının kalmadığı durumlarda adalet ve vicdan beklemenin saflığı da bu diyaloğun altında gizli aslında. "Keriz", "enayi" gibi kelimelerin saflık, aptallık yanında kurallara riayet eden kimseler için de kullanılmasının bir gün dönüp dolaşıp kendi adaletini sağlayabilecek kadar pes etmez bir kavrama dönüşebileceği boş avuntusunun altını güzelce doldurmak için yazılan bir roman, çekilen bir film yetiyor. Belki bu fikir, adalet ya da vicdan arayan her insana ulaşmıyor. Ama en azından denemenin, bir enayi olduğunu reddetmenin, asıl pisliklerin kimler olduğunun görünürlüğünün, kötünün "kötü" kavramını kendine kondurmadığı gerçeğinin pratiklerini önümüze getiriyor.

Kendi romanını yönetmen Borensztein ile senaryo haline getiren Eduardo Sacheri'nin tarzı o sayfalarda nasıldı bilemiyoruz. Ama elimizdeki film, 30 saniyede bir suni gerilimler yaratıp mantık sınırlarını zorlayan, ucuz riskler üreterek gereksiz gerginlikler yaratan bir yapıda değil. Evet, gerilim var, basmakalıp tiplemeler var, Rodrigo'nun Manzi'nin bürosunda çalışmaya başlaması gibi oldu bittiler az da olsa var. Lakin bunlar dozunda ve asıl mesaj veya mesajları zedeleyecek ölçüde değil. Böyle bir filmin de sahtelikten, gereksiz risklerden uzak, sevimli, güven veren bir tona ihtiyacı vardı. Ricardo Darín'in başı çektiği Luis Brandoni, Daniel Aráoz, Rita Cortese, Carlos Belloso gibi tecrübe abidesi Arjantinli oyuncuların bu tonda payları çok büyük. Filmde gerçek babası Ricardo Darín ile yine baba oğulu canlandıran, La noche de 12 años, Durante la tormenta, Pasaje de vida gibi başarılı filmlerle kendini kanıtlayan Chino Darín kariyerine güçlü bir film daha ekliyor. 2011 yılında çektiği Un cuento chino'da yine Ricardo Darín ile çalışan, dizi yönetmenliğinden uzun metraja geçmiş Sebastián Borensztein'in kariyerinin de en iyi filmi olduğunu söyleyebiliriz. 2020 Goya Ödülleri'nde En İyi Iberoamerican Film ve Oscar ödüllerinde Arjantin temsilcisi seçilen La odisea de los giles, (soygun kelimesini asıl anlamında kullanmadan) soygun filmlerine zeki, renkli ve anlamlı bir bakış getiren filmlerden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder