17 Nisan 2020 Cuma

Green Book (2018)


Yönetmen: Peter Farrelly
Oyuncular: Viggo Mortensen, Mahershala Ali, Linda Cardellini, Dimiter D. Marinov, Mike Hatton, Frank Vallelonga, Nick Vallelonga, Rodolfo Vallelonga, Don DiPetta
Senaryo: Nick Vallelonga, Peter Farrelly, Brian Hayes Currie
Müzik: Kris Bowers

Dumb and Dumber, There's Something About Mary, Me, Myself & Irene, The Three Stooges gibi sulu Amerikan komedileriyle tanınan Peter Farrelly'nin yönettiği Green Book, belki de yönetmenin 90'larda başlayan kariyerindeki en ciddi yapım. Senaryoya Farrelly ve Brian Hayes Currie ile birlikte en büyük katkıyı sağlayan isim ise senarist, yapımcı, The Godfather, Prizzi's Honor, Goodfellas gibi filmlerde "uncredited" olarak görünmüşlüğü de olan aktör Nick Vallelonga. Babası olan Tony Lip'in 1960'ların başında ünlü Afro-Amerikalı klasik müzik piyanisti Dr. Don Shirley'nin Amerika turnesinde şoförlüğünü yaptığı gerçek hikayeden yola çıkan Vallelonga, filmde ayrıca Augie rolünde de görünüyor. 1930-2013 yılları arasında yaşamış Tony Lip olarak bilinen Frank Anthony Vallelonga ise The Godfather, Dog Day Afternoon, Raging Bull, Goodfellas, Donnie Brasco, The Sopranos gibi çok önemli film ve dizilerde yan rollerde görev almış bir oyuncu. Bronx’taki bir İtalyan Amerikan mahallesinde orta sınıf bir aile babası olarak ünlü gece kulüplerinde fedailik yapıp çeşitli yan işlerde çalışarak geçimini sağlamaya çalışan Tony Lip, dürüstlüğü ve iş ahlakı sayesinde çevresinde isim yapmış sevilen bir kişi. Bu özellikleri bir şekilde Dr. Don Shirley'nin kulağına kadar gidiyor ve Amerika'nın güneyine yapacağı birkaç aylık turnede kendisine şoförlük ve yardımcılık yapması için ondan iş teklifi alıyor. Başta siyah ırka karşı önyargıları bulunan, yine de görüşmeye giden, ancak bu kez Dr. Shirley'nin kendini beğenmiş tavırlarından rahatsız olan Tony, ünlü piyanistin ısrarları sonucu işi kabul ediyor ve böylece unutulmaz bir yolculuğun temelleri atılıyor.

Filme Green Book adının verilmiş olması da önemli. Green Book, 1930'lardan beri güncellenen, Amerika'nın güneyindeki eyaletlere yolculuk edecek Afro-Amerikalıların güvenli olan güzergahları kullanabilmelerini sağlayan, onları kabul eden ya da onlara özel olan otellerin, restoranların ve işletmelerin listesini içeren “Yeşil Rehber” isimli bir kılavuz. Bu güzergahta yaşananları izlediğimiz katıksız bir yol filmi olan Green Book, bu türün kenarında köşesinde ne varsa kullanıyor. Her ne kadar sonradan bazı yalanlamalar olsa da gerçek karakterlerin başından geçmiş gerçek olaylardan uyarlanması, ırkçılığın en hararetli döneminde bir siyah ve bir beyazın aynı arabada Amerika'yı turlamaları, haliyle potansiyel malzemesi çok fazla bir filme kapı açıyor. Nick Vallelonga'nın başı çektiği senaryo ekibi de bu potansiyelden deyim yerindeyse dibine kadar faydalanıyor. Rain Man'den Driving Miss Daisy'ye, Sideways'den Midnight Run'a yol filmlerinde gördüğümüz zıt kutupların zoraki yolculuklarının yavaş yavaş kader birliğine dönüşme rotası Green Book'ta da hiç şaşmıyor. Green Book'un geniş kitlelerce sevilmesinin, En İyi Film Oscar'ı dahil çeşitli ödüller ve adaylıklar almasının türlü sebeplerinden biri, daha çok 80'lerde ve 90'larda yükselmiş bu filmlerin geleneksel ruhunu 2010'lar sonuna en hasarsız biçimde taşıyabilme becerisi. Adı geçen filmlerle belli bir gönül bağı bulunan seyircinin Green Book'tan keyif almasında utanacak, sıkılacak, demode olduğunu hissettirecek hiç bir sebep yok.


Kendi klişelerini yaratmış, onlara inatla sahip çıkmış, farklı tonlara kolayca uyarlayabilmiş bu yol filmlerinde kişilik olarak birbirine ters karakterlerin yaşadıklarından psikolojik, toplumsal, bazen siyasi çıkarımlar yapmamız kaçınılmaz. Bulunduğu sanatsal statü gereği elit bir yaşam süren, hizmetçisi, takıntıları, hatta evinde karşısındakinden birkaç santim yüksekte oturmasını sağlayan bir tahtı bile olan Dr. Shirley, klasik müziğe olan yatkınlığı ve ilgisi nedeniyle küçük yaştan beri kendi ırkından çok farklı biçimde yetişmiş bir insan. Bu vesileyle egosu da yüksek ve insanlara tepeden bakmayı alışkanlık haline getirmiş. Fakat buna rağmen, o dönemlerde siyah olmanın getirdiği dezavantajları da kabullenmiş bir ironi içinde. Mesela konser verdiği malikanenin tuvaletini bile kullanmasına izin vermeyen bu sakat ırkçı düzeni çok da kafasına takmıyor ve içine atmaya alışmış. Aretha Franklin, Chubby Checker, Little Richard, Sam Cooke gibi süper starları sadece ismen duymuş, ama müziklerini hiç dinlememiş olması Tony'yi çok şaşırtıyor. Zira bu ego, onu popüler müzik dinlemenin sözde bayalığından uzak tutmuş vaziyette. Başta evine gelen iki siyah tamircinin içtiği limonata bardaklarını çöpe atacak kadar önyargılı bir adam olan Tony ise, bu yolculukla birlikte ülkedeki ırkçılığın farklı boyutlarıyla tanışma fırsatı buluyor. Shirley'nin yaşadıklarını gördükçe ve onunla birlikte bu zorluklara birebir yaşadıkça empati yaparak haksızlığa tahammül edemeyen özünün bu yönüyle de yüzleşiyor.

Dr. Shirley ve Tony, kişilik, kültür düzeyi ve hayat tarzı yönünden farklı olsalar da, 60'larda siyah ve beyaz olmanın ekstralarını beraber göğüslemek zorunda kalan iki adam konumundalar. Shirley, yaptığı müzikle toplumda kendine saygın bir yer edinmiş gibi görünse de, günün sonunda zengin beyazları eğlendiren bir siyah olarak asla bir beyazın sahip olduğu sosyal statüden istifade edemeyecek bir adam. İtalyan asıllı bir Amerikalı olan Tony ise, göçmen kökenli olmanın verdiği sınıfsal konum gereği bu kitleyi Amerikan toplumunun beyaz zencileri olarak görüyor. Arabanın durduğu bir an Shirley'nin tarlada çalışan siyahlarla göz göze gelmesi, işçilerin iyi giyimli siyah bir adama bir beyaz tarafından hürmet ediliyor olmasına şaşkınlıkla bakakalmaları gibi değerli sahnelerle iki kahramanı arasındaki ilişkiyi ırkçı bakış açılarından arındıran senaryo, eteğindeki taşları bu arınmayı pekiştirmek için birer birer döküyor. Bu yüzden yolculuk esnasında çeşitli konular hakkında bolca çatışma yaşıyorlar. Bu çatışmalar ikisi arasında tatlı atışmalara dönüşürken, dışarıdaki ırkçı dünyanın acı gerçekleriyle yüzleştikçe her ikisi için de zor ve dostluklarının teste tabi tutulduğu, daha da güçlendiği anlar yaşanıyor. Shirley biraz zor bir karakter iken, Tony onu açmak, içindeki normal insanı çıkarmak için masum ve spontane hamlelerde bulunuyor. Her ne kadar evine gelen tamirci siyahlara olan tutumu ile siyahi şarkıcıları çok seviyor olmasına benzer çelişkiler yaşasa, o da Shirley'ye olan sanatçı - siyah adam genel bakış açısına sahip olsa da, aslında ırkçı olmanın bazıları için ne kadar düz bir dayatma olarak kaldığının, özünde ırkçılık olmadığının çok iyi bir örneği Tony Lip karakteri.

Özellikle iki kişilik yol filmleri, yolculuğa çıkanların birbirleriyle sıkça çatıştığı, birbirlerini eleştirmekten anlamaya doğru giden ruhani yolda da birer yol arkadaşı olduklarını gösteren filmlerdir çoğu zaman. Green Book bunu ırkçılık fonunda yaptığı kadar sınıfsal ve karakteristik farklılıklar fonunda da yaptığı için idare etmesi gereken bir çok meselesi olan bir film. 90'larda kalmış klişelerle bunları idare ediyor olması neticesinde 2018 yılında bu formüllerle üç Oscar başta olmak üzere bir çok ödül alması hazımsızlıklara da sebep oldu. O formülleri göze fazla belirgin soktuğu, duygu sömürüsüne kapısını hep açık tuttuğu, özellikle Oscar için çok hesapçı olduğu yönünde eleştiriler, 90'lar yol filmlerine, dramlarına veya romantik komedilerine hala bağlı olan insanları fazla etkilemeyecektir. Zira Green Book doğru zamanlamalarla güzel yerlere dokunan bir film. Farrelly ve Vallelonga, ırkçılığın türlü suretlerini filme fazlasıyla yedirdiğinden, bir de üstüne Shirley'nin eşcinselliği sebebiyle homofobiyi yükleyerek ağırlık yapmaktan da kaçınmışlar. Ama bir sahneyle de olsa oraya da dokunmuş, dokunaklı olmuşlar. "Dünya ilk adımı atmaktan korkan yalnız insanlarla dolu" gibi sosyal medya çağrışımlı aforizmaları bile bu bünyede eritebilmişler. Irkçılığın çirkin yüzleri kadar, Shirley'nin, eşi Dolores'e mektup yazarken Tony'ye yardım etmesi, Tony'nin Shirley'yi bar kavgasından kurtarması, birlikte tavuk kanadı yemeleri, müzik muhabbeti yapmaları gibi nice yüzlere sahip bir dostluk filmi, şayet 90'lardan besleniyor ve pratiğini o kurgusal bütünlüğe ihanet etmeden yapıyorsa, bu onu düpedüz hesapçı bir The Shape Of Water değil, yıllar önce doğrusu yanlışıyla yaşanmış, üstelik hala da yaşanmakta olan acı tatlı gerçekliklere yakın bir Green Book yapar.


Green Book'un en önemli başarılarından biri de Mahershala Ali ve Viggo Mortensen'in kimyasından, uyumundan çok iyi faydalanmış olması. İkilinin karşılıklı sahnelerindeki akıcılık, tansiyon, eğlence ne varsa çok yalın. Karakter farklılıklarının bir süre sonra birbirini çok güzel dengeleyen aygıtlara dönüşmesi, birinin eksiğini diğerinin kapatması, birinin kapattığını diğerinin açmaya çalışması, gizemli Shirley'nin dobra Tony karşısındaki çözülmeleri, hoyrat Tony'nin Shirley nezaketi karşısında içindeki hoşgörüyle yüzleşmesi, hepsi Ali ve Mortensen'in içten performanslarından rahatlıkla okunabiliyor. Nezarethaneden çıktıktan sonra yağmurlu gecede arabada başlayan sonra dışarı taşan tartışma sahnesi gibi iyi yazılmış ve iyi oynanmış anlar, filmin gelecek yıllara da kalacağının, şarap gibi tatlanacağının belirtileri olabilir. Dönem atmosferini solumayı sağlayan sanat yönetimi ve caz, soul, blues destekli müzikleri, ve tabii sevinç ile hüznü bir arada yaşatan finali de bu belirtiler arasında sayılabilir. Ayrıca Green Book bir çok insanın okuduğu şekliyle hiç de öyle "beyaz adamın parlatılması için siyah adamın ezilmişliğinden, zaaflarından nemalanan" bir film değil. Hatta bu filme bu okuma bile ırkçı sayılır. Don Shirley ve Tony Lip, renkleri ya da kökenleri uğruna insanların ötekileştirildiği, toplum dışına itilmeye çalışıldığı bir dönemde ve coğrafyada insan kalabilmenin güzelliğini böyle güzel bir hikayede bir kez daha gösterdikleri için çok önemli karakterler. 90'larda olsa belki bu hikayeyi sulu bir komedi ile anlatma ihtimalinin korkunçluğundan uzakta, gayet olgun ve keyif veren bir üslupta anlattığı için Peter Farrelly de övgüleri hak ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder