22 Nisan 2020 Çarşamba

I See You (2019)


Yönetmen: Adam Randall
Oyuncular: Helen Hunt, Jon Tenney, Judah Lewis, Owen Teague, Libe Barer, Gregory Alan Williams, Sam Trammell
Senaryo: Devon Graye
Müzik: William Arcane

Varlıklı ailelerin yaşadığı bir muhitte 12 yaşındaki Justin Whitter isminde bir çocuk ormanlık alanda bisiklet sürerken kaybolur. Davaya atanan dedektif Greg Harper da bu muhitte eşi Jackie ve oğlu Connor ile yaşamaktadır. Greg, Justin'in kayboluşunu soruştururken birkaç yıl önce benzer bir olayın yaşandığı, aynı yaştaki çocukların kaçırıldığı ortaya çıkar. O olayı soruşturan Dedektif Spitzky, şüpheliyi yakalayıp hapse attırmıştır. Ama bu olayla birlikte Greg ve Spitzky tekrar kanıtları değerlendirmeye başlarlar. Greg aynı zamanda karısı Jackie'nin ihanetini sindirmeye çalışmaktadır. Connor'ın da bu ihanetten haberi vardır ve annesine tepkilidir. Jackie'nin peşini bırakmayan aşığı, onu görmek için eve geldiği bir gün Jackie acilen çıkması gerektiği için onu bodruma saklar. Döndüğünde ise onu öldürülmüş olarak bulur. Seri kaçırılma davasıyla uğraşan Greg eve geldiğinde ona olanları anlatan Jackie ile birlikte cesedi ormanlık alana gömmeye giderler. Tüm bunlar olurken evlerinde tuhaf olaylar yaşanmakta, elektronik eşyalar kendi kendine açılmakta, bazı eşyalar kaybolmakta veya yerleri değişmektedir. 1987 doğumlu dizi ve film oyuncusu Devon Graye'in ilk senaryo denemesi olan, vasatın altında iki filmden sonra üçüncü uzun metrajını çeken Adam Randall'ın yönettiği I See You, konusu olarak olmasa da kurgusal becerileri ve o konuyu bambaşka yerlere götüren sürprizleriyle son yılların başarılı gerilim / suç filmlerinden birisi.

Kasabada kaybolan çocuklar, eski bir seri çocuk kaçırma davasının tekrar gündeme gelmesi, davayı üstlenen dedektif ve onun sorunlu aile yaşantısı gibi klişeler yetmiyormuş gibi, bu ailenin evinde yaşanan tuhaf olaylar silsilesi nedeniyle doğa üstü güçleri de işe dahil ettiğini düşündüren film, ilk yarıyı bu şekilde atlattıktan sonra, müthiş bir kırılma noktasıyla adeta ilk yarıyı temize çekmeye başlıyor. Bu kırılma noktasının ifşa edilmesi durumunda filmin tüm sürprizlerinin kaçma ihtimalini düşünerek, sadece biçimsel olarak incelemek daha doğru olacaktır. Bu hamleyle bir yandan ilk yarıda yaşananları farklı açılardan tekrar izlerken, diğer yandan arka planda kayıp Justin davası ve Harper ailesinin bodrumunda kimin tarafından işlendiği meçhul bir cinayet ile senaryonun katmanlaştığını fark ediyoruz. Olayları doğa üstü güçlere, hayaletlere, öcülere havale etme kolaycılığına kaçacağını düşündüğümüz senarist Devon Graye'in bu ikinci yarı hamlesi, bir anda kendisini mağlup takımın hem oyuncu, hem taktik değişikliğiyle maçı çeviren teknik direktörü haline getiriyor. Konu bir anda bu şekilde değişince, biraz da mecburiyetten biçim de değişiyor. Farklı kamera açıları, hatta seslerle bile aynı şeyleri başka şekilde tekrar yaşıyoruz. İlk yarıda evin içinde bize sunulan gizemli olayların açıklamasının bu denli mantıklı açıklamalarla yeniden elden geçirilmesi, filmin değerini arttırıyor. Graye, sürprizlerini öyle ekonomik ve doğru zamanlamalarla açık ediyor ki, herhangi bir sürpriz anından sonra bile neler yaşanabileceğine dair öngörü sahibi olmamızı istemiyor sanki.

Graye, bazı anlarda filmin çıkış noktası olan çocukları kimin ve neden kaçırdığı sorusunu, filmin ilk ve ikinci yarısında Harper ailesinin evinde yaşananlar sayesinde öyle bir unutturuyor ki, bunu hatırlatan yine kendi senaryosu oluyor ve sanki "unuttuğumu sandınız değil mi" dercesine seyirciyle eğleniyor. Bu iki farklı olayın kesişip kesişmeyeceğine, kesişecekse bunun nasıl gerçekleşeceğine dair titizlikle yürüttüğü süreci ele vermemek için gerilimi hep yüksekte tutarak dikkat dağıtıyor ya da yine sınırlar dahilinde dikkatleri başka yerlere çekiyor. Zira sona sakladığı son bir büyük sürprizi daha var ve filmin sonuna kadar o sürprize sahip çıkmak için gösterdiği çaba hayranlık yaratıyor. Tabii bu sürpriz, daha önce bazı filmlerde gördüklerimizden pek farklı sayılmaz. Fakat Graye bu filmin gidişatında seyirciyi ana örgünün dışına çıkarmadan oyalayacak fikirlerini o kadar tertipli biçimde yerleştiriyor ki, kendi sırtına yüklediklerini yine kendisi hafifletiyor. Sürekli kendini yenileyen, gerilim klişelerinin istenirse nasıl ilgi çekici hale getirilebileceğine yönelik irili ufaklı dokunuşlarla sırlarını koruyan, onları artık sır olmaktan çıkarmaya sıra geldiğinde fazla abartıya kaçmayan senaryo, nihai sürprizini açıklarken haklı şovunu yapıyor. Tabii bu şovda ve genel olarak bu iki taraflı, katmanlı, yol haritası belli senaryonun filme alınmasında yönetmen Adam Randall'dan bahsetmemek olmaz. Bir çok olumlu özelliğe sahip I See You, Randall'ın da hakkını verdiği bir film. Senaryo ve yönetim ortaklığının oyuncu performanslarını bile gölgede bıraktığı başarılı bir gerilim örneği.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder