5 Mayıs 2020 Salı

The Invisible Man (2020)


Yönetmen: Leigh Whannell
Oyuncular: Elisabeth Moss, Aldis Hodge, Harriet Dyer, Oliver Jackson-Cohen, Storm Reid, Michael Dorman
Senaryo: Leigh Whannell
Müzik: Benjamin Wallfisch

Oyuncu/senarist Leigh Whannell, senaryolarını yazdığı Insidious serisinin üçüncü filmi Chapter 3'nin yönetmenliğini yaparak 2015'te sıfatları arasına yönetmenliği de eklemiş, 2018 yapımı Upgrade ile adını duyan kitleyi biraz daha genişletmişti. Yazıp yönettiği üçüncü film olan The Invisible Man, İngiliz bilimkurgu romanları yazarı H.G. Wells'in aynı adlı romanından ilham almış serbest bir uyarlama. Zamansız eserleriyle sanat dünyasını çok etkilemiş, sayısız örnekler çıkmasına sebep olmuş Wells'in en fazla ilham verdiği sanat dalı olan sinema, onun vizyonundan çok faydalandı. Görünmez Adam da bunlardan biri. The Invisible Man diye araştırma yaptığınızda çok sayıda uzun ve kısa metraj filme, aynı zamanda TV dizisine rastlıyorsunuz. Hatta 2000 yapımı Paul Verhooven filmi Hollow Man gibi başka isimlerle de bu fikri izledik. İnsanoğlunun en büyük fantezilerinden biri olan görünmezlik üzerine farklı okumalar yapmaya da müsait bir senaryoyla kariyerine devam etmek isteyen Whannel, bu defa görünmez olan adamı (ki o hep adamdı) değil, onun mağdur ettiği bir kadını merkezine alıyor. Işık bilimi alanında çok önemli çalışmalar yapmış genç ve varlıklı bir bilim insanı olan Adrian ve beraber olduğu kız arkadaşı Cecilia odaklı bir uyarlama bu. Whannel daha açılışta yavaş yavaş gerdiği bir gece yarısı evden kaçış sekansıyla iyi bir ısınma gerçekleştiriyor. Kız kardeşi Emily'nin yardım ettiği Cecilia'nın neden Adrian'dan ve onun lüks yaşantısından kaçtığını anlamadan onu günler sonra polis arkadaşı James ve onun kızı Sydney'in yaşadığı evde görüyoruz. Ama hala huzursuz ve dışarı çıkmaktan korkar bir halde.

Bir gün Adrian'ın intihar ettiği haberini alan Cecilia, üstüne bir de kendisine 5 milyon dolar kaldığını öğrenince rahatlasa da bir süre sonra tuhaf olaylar yaşamaya başlayınca Adrian'ın kendisine musallat olduğunu düşünmeye başlıyor. Zaten bundan sonrasını tahmin etmek pek zor değil. Leigh Whannell'ın senarist/yönetmen olarak vizyonunu, üç filmlik fantastik bilim kurgu gerilim örnekleri üzerine kurmasından artık anlıyoruz. Tutmuş bir filmin mirasını yemeye çalışan Insidious: Chapter 3 doğaüstü güçleri, astral seyahati konu edinirken, daha özgün bir görüntü veren Upgrade, belden aşağısı felç olmuş Grey'e yerleştirilen Stem adındaki yapay zeka implantı sonrası bir süper kahramana dönüşümünü işliyordu. Stem'i icat eden genç teknoloji girişimcisi ve mucit Eron nasıl sadece sesini duyduğumuz bir implantı Grey'in bedeninde müthiş güçlerle donatmışsa, The Invisible Man'in genç mucidi Adrian da görünmezlik sayesinde üstün güçler elde ediyor. Tabii orada Grey, burada da Cecilia bu icatların mağdurları olarak güçlü dramatik odak noktaları haline geliyorlar. Whannell, Upgrade'i tasarlarken muhtemelen aklında bir yerlerde mutlaka The Invisible Man benzeri taslaklar dolaşıyordu. Görünmeyenin sahip olduğu güç üzerine kafa yormayı seven Whannell, o taslakları hayata geçirmek için en iyi fırsatı The Invisible Man'in kendisinde buldu. Üstelik Cecilia sayesinde toplumlarda ve hukuki formlarda bir türlü görünmeyen erkek şiddeti ve tacizini görünür kılmaya yönelik farkındalıklara kapı açacak şekilde.


Sayısız korku/gerilim filminin bel bağladığı, görünmeyen üzerinden inşa edilen gizem malzemesi bu denli bol bir potansiyeli genel olarak iyi kullanan, özellikle Cecilia'nın tek başına göründüğü birçok sahnede adeta o malzemenin tadını çıkaran Whannell, Cecilia etrafındaki insanları Adrian vasıtasıyla ona karşı getirerek hikayesine ivme kazandırıyor. Cecilia'nın etrafındaki çemberi daraltarak onu ancak kendisinin bu durumdan kurtarabileceği bir dizi çıkmaza sokuyor. Fakat bunu yaparken yine Upgrade'de başvurduğu üzere bir süre sonra aksiyondan yardım istiyor. Aslında her iki filmde de durağan anlarda daha etkili bir atmosfer yaratabilirken, devreye sokulan aksiyonla o hava yerini daha hoyrat çözümlerin sağladığı kolaycılığa bırakıyor. Whannell'ın her iki filminde de hikayelerini derinleştirmek ile aksiyon katıp izleyici kitlesini coşturmak arasında kaldığı veya bilerek bu tercihi yaptığı söylenebilir. Mesela Cecilia'nın istediği kadını elde edebilecek özelliklere sahip Adrian'a (ya da Adrian'ın orada olduğuna inandığı boşluğa) "neden ben" diye sormasının cevabı olarak, Adrian'ı terk etmeyi düşünebilen ve terk edebilen tek kadın oluşunun verilmesinden başka cevaplar almak isteyebiliyor insan. Saplantı haline getirdiği kadınlara her türlü kötülüğü yapabilecek erkeklerin varlığı malum. Bunun bir de görünmez adam versiyonunun planlanmış olmasının ardında daha farklı gerekçeler arama ihtiyacı duyulabiliyor.

Filmlerinin sonunda twist seven Whannell, burada da bir değil, iki sürpriz birden düşünmüş. Zaten o görünmezlik prensibi üzerine çok da kafa yormayın demeye getirdikten sonra mantık hatalarını ötelememiz beklentisinde olduğu aşikar. Bunları öteleyip kabullendikten sonra dönüp bakınca fena sayılmayacak entrikalarla renklendirilen film, risk istemediğinin ilanını yapmış oluyor. Oysa hem Upgrade, hem de The Invisible Man bu riskler için müsait senaryo kıvrımlarına sahipti. Yıllar önce gerilim sinemasına önemli bir ivme kazandırmış Saw senaryosuna olan katkılarıyla dönem itibariyle orijinal bir işe imza atmış, başka filmlere ilham vermiş olan Leigh Whannell, kendi yazıp yönettiği filmlerde bütünüyle karanlık kalmak yerine gişeyle de barışık ana akım sinemasına yakın durmak istiyor şimdilik. Sadece yönetmenlik yapacağı yeni projesinin 1981 yapımı John Carpenter filmi Escape From New York uyarlaması olması da bir nebze buna işaret ediyor. Ama The Invisible Man'in en büyük kozu, Cecilia'yı canlandıran, canlandırmakla kalmayıp onun paranoyasını adeta yaşayan Elizabeth Moss olsa gerek. Bir oyuncu için birçok fırsat barındıran böyle bir rolü kendi sınırlarını zorlayarak, detaylandırarak ve seyirciye kolayca geçirerek sunan Moss, belki de kariyerindeki en iyi üç performansından birini burada gösteriyor. Whannell'in bir yazar/yönetmen olarak en iyi filmini ise henüz görmedik galiba.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder