26 Mart 2019 Salı

Can You Ever Forgive Me? (2018)


Yönetmen: Marielle Heller
Oyuncular: Melissa McCarthy, Richard E. Grant, Dolly Wells, Ben Falcone, Stephen Spinella, Jane Curtin, Brandon Scott Jones
Senaryo: Nicole Holofcener, Jeff Whitty
Müzik: Nate Heller

1970’ler ve 80’lerde ünlü yıldızların kısa biyografilerini yazarak geçimini sürdüren biyografi yazarı Lee Israel (Melissa McCarthy), 90'larda popülerliğini yitirmiş ve yayıncı bulamaz hale gelmiştir. Zaten uzun süredir de yazar tıkanıklığı yaşamaktadır. Geçim sıkıntısı çeken, kirasını bile ödeyemeyen Lee, eski kitaplarını kitapçılara satarak hayatını sürdürmektedir. Bir gün kütüphanede tesadüfen bir yazarın orijinal el yazısı ve imzasıyla yazılmış bir mektup bulur. Mektubu satıp eline üç beş kuruş geçince içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak için artık hayatta olmayan yazarların mektuplarını taklit etmeye başlar. Bir barda tanışıp arkadaş olduğu Jack Hock (Richard E. Grant) ile birlikte bu sahtekarlık sayesinde kendine bir geçim kapısı yaratır. Ama Lee'nin iş yaptığı kitapçılar aracılığıyla koleksiyonerlere ulaşan bu mektuplar yavaş yavaş hem onların, hem de FBI'ın dikkatini çekmeye başlar.

Nicole Holofcener ve Jeff Whitty'nin Leonore Carol Israel'in itiraf niteliğindeki anılarının yer aldığı Can You Ever Forgive Me?: Memoirs Of A Literary Forger kitabından hareketle senaryosunu yazdığı, ikinci uzun metrajını çeken, aynı zamanda oyuncu da olan Marielle Heller'in yönettiği Can You Ever Forgive Me?, 90'ların başındaki New York'tan etkileyici bir kesit. Kazandığı onlarca ödül ve adaylık arasında en önemlilerinden biri olan Independent Spirit'te En İyi Senaryo ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülleri kazanan film, 2019'da bu bağımsız ruhu en iyi yansıtan yapımlardan biriydi. Konu itibariyle gerçek bir dolandırıcılık hikayesi anlatan, baş karakterleri de çeşitli nedenlerden bu yola meyletmiş iki insan olan filmin bu bağımsız dokusu, sıcak, sevimli ve hüzünlü bir atmosfer taşıdığı için bu kandırmacanın etik yanını fazla düşünmemeye itiyor. 51 yaşında işsiz bir yazar, kedileri insanlardan fazla seven bir kadın olan Lee'nin maddi ve manevi açıdan zor hayatı, bulunduğu ortamı ışıl ışıl yapan Jack ile dostluğu, filmde gerektiği kadar yer doldurduğu için onun yaptığı bu sahtekarlığı bazen gölgede bırakıyor. Zaten o etik meseleyi çıkarınca elde kalan, kaliteli bağımsız filmlerde sıkça rastladığımız o sevimli / hüzünlü dostluk hikayesi oluyor. Filmin de daha çok o kanala yüklendiği bir gerçek.


Lee Israel'in gözden düşmüş bir yazar olması, çaresizliğin getirdiği bir refleksle yazarlık yeteneğini çok farklı ve etik olmayan bir alanda sergilemeye başlaması, bunu bir kazanç kapısı haline getirmesi üzerine kurulu Can You Ever Forgive Me?, bu davranışı yüceltmiyor. Fakat karakterlerinin güçlü biçimde pratiğe dökülüşü sayesinde, işlenen bu suçtan bağımsız biçimde onlara "sevimli kaybedenler" kontenjanından bakıyor. Taklit ettiği yazarların sözde mektuplarını onların yazım üslubuna, mizah anlayışına uygun şekilde yazan Lee, onlara sadece bir para kaynağı olarak değil, edebi eser gözüyle de bakıyor. Uzun süre yakalanmama sebebi de bu becerisi. Hatta ünlü İngiliz oyun yazarı Noël Coward'ın ağzından yazdığı iki mektup, Coward'ın 2007 yılındaki biyografisine eklenmiş, gerçek ortaya çıkınca ikinci baskıda kitaptan çıkarılmış. Tabii bu mektupları kendisinden başka kimsenin edebi eser olarak görmesine imkan yok. Bunun bir kandırmaca olduğunun, insanların bir gün gerçeği anlayacaklarının bilinciyle becerisinin tadını çıkaramamanın, övgüler alamayacak olmanın burukluğunu yaşıyor. Mektuplardan birkaçını sattığı kitapçı dükkanı sahibi Anne ile hiçbir yere varamayacağını bildiği bir ilişki içine girmekten kaçınacak kadar da vicdan sahibi. Yıllar sonra bir dava için jüri üyesi olarak seçilince, kendisinin de bir suçlu olduğunu söyleyerek geri çevirmişliği de var.

Lee Israel ve Jack Hock'un gerçekte nasıl düzenbaz, emek hırsızı veya kötü kalpli olduklarını bilmemiz zor. Fakat filmin yarattığı samimi ve sevimli atmosferin oluşmasında en büyük pay Melissa McCarthy ve Richard E. Grant'in güçlü performanslarına ait. Yavan Hollywood komedileriyle isim yapan McCarthy'nin, nadir ciddi rollerinden birinde izlemek keyif veriyor. Ama yıllarca çok geniş kitlelerin bilmediği veya iz bırakmamış birçok filmin yardımcı rollerine hayat vermiş Richard E. Grant'in Jack Hock tiplemesi, kariyerinin zirvesi adeta. Sırf bu rol ile 25 farklı festivalden ödülle dönen Grant, artık daha dişli projelerin adamı olduğunu geç de olsa kanıtlamış oldu. Gay and Lesbian Entertainment Critics Association (GALECA) tarafından En İyi Yardımcı Erkek ve Yılın LGBTQ Filmi ödülleri kazanması, filmin her iki karakterinin cinsel kimlikleri üzerinden prim yapılmaya çalışıldığı izlenimi bırakmasın. Son yıllarda bu kimlik üzerinden ödül devşirmeye çalışan yapımlardan farklı olarak, eşcinselliği sömürmeyen, şova dönüştürmeyen, bunun sadece bir kimlik olma halinden farklı olmadığını hissettiren, asıl meselelerinin yanına bunları meze yapmayan tutarlı bir anlatım mevcut. Zaten asıl meselesi, kaybettiği yazar kimliğini etik olmayan yollardan tekrar kazanmaya çalışan, bunun bedeliyle yüzleşmekten kaçamayan bir kadın ve ona yarenlik eden bir başka kaybeden üzerine. Üstelik o kaybedenliği iliklerine kadar yaşayan biçimde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder