30 Kasım 2016 Çarşamba

Hell or High Water (2016)


Yönetmen: David Mackenzie
Oyuncular: Jeff Bridges, Chris Pine, Ben Foster, Gil Birmingham, Katy Mixon, Marin Ireland
Senaryo: Taylor Sheridan
Müzik: Nick Cave, Warren Ellis

2015 yılında Sicario ile ilk uzun metraj senaryosunu yazan oyuncu Taylor Sheridan ile, kendi halinde bir İngiliz yönetmen olan ve en son yönettiği Starred Up ile dikkat çeken David Mackenzie'yi buluşturan Hell or High Water, Batı Teksas'ta yerel bankaları soyan iki kardeş ve peşlerine düşen emektar korucunun hikayesi. Sheridan ve Mackenzie'nin ilginç buluşması genel anlamda iyi sonuç verse de, özellikle senaryo yönünden Sicario gibi üst düzey bir film beklememek gerek. Ölen annelerinden kalan tek varlıkları olan aile çiftliğini ipotekten kurtarmaya çalışan Tanner ve Toby kardeşlerin küçük bankalardan, küçük meblağlarda paralar çalması, meblağ küçük olunca FBI'ın üstlenmeye tenezzül etmemesi, bu yüzden davanın tecrübeli ve ısrarcı koruculara kalmasıyla başlayan takip, eski zaman westernlerinin 21. yüzyıla uyarlanmış bir versiyonu olarak görünüyor. Bu versiyonlar arasında kendini yıllar içinde demlenmeye bırakmış, unutulmaz olmaya doğru ilerleyen filmler var. Film sinematografik açıdan ve sakin anlarıyla Alejandro G. Iñárritu ve Guillermo Arriaga ortaklığı dönemindeki western dokusu taşıyan işleri anımsatıyor.

Senaryo yönünden ise, başta Amerikan ekonomik sistemindeki sömürücü aygıtların bireyi borçlarla, ipoteklerle avucunun içine alıp yoksullukla terbiye etmeye çalışması üzerine okumalar bulunuyor. Ekonomik kriz sonrası hala omuzlarında bu yükü taşıyan soyguncu Tanner ve Toby kardeşlerin özelinde, beyaz yakalıların soygunculuğundan dem vuruluyor. Genel bir suça teşvik eleştirisi yapılmayıp, kardeşlerin hem annelerinden kalan çiftliği kurtarma, hem de bu sistemle ödeşme için seçtikleri yöntem ve bunun bedelleri ele alınıyor. Zaten filmde onlar da bir şekilde bu yaptıklarının yanlarına kalmayacağını dile getiriyorlar. Senaryoyu yazan Sheridan, modern batının artık telaffuz edilmeyen vahşiliğini Amerikan ekonomik sisteminin çıkarcılığına tahvil ederek Tanner ve Toby'yi kurban konumuna koyuyor. Ama emekliliğine az bir süre kalmış tecrübeli kanun korucu Marcus ve kızılderili kökenli ortağı Alberto ile de karşı bir denklem kurarak, hırsızlığı ve zorbalığı mazur görmediğini ilan ediyor. Bu sayede filmi iki kardeş ve iki uzun süreli ortak şeklinde dört adam üzerinden, iki ayrı kanaldan akıtmayı başarıyor. Birinci kanalda hapisten yeni çıkan, patlamaya hazır bomba gibi bir Tanner ve boşandığı karısına ve iki çocuğuna nafaka ödemek zorunda kalmış Toby, diğer kanalda ise Marcus ve ortağı Alberto yer alıyor. Biz de bu iki kanal arasında zaplarken, malum olduğunu düşündüğümüz sonun nasıl vuku bulacağını düşünüyoruz.


Filmin Marcus ile Alberto'nun soğukkanlılık ve Coen filmlerine benzer şekildeki örselenmişlikleriyle vücut bulan iz sürme bölümleri ise iki tecrübeli kanun adamının birbirleriyle atışmalarından sözel bir dinamizm yakalıyor. Irkçılıktan dine, meslek ahlakından geleneksel batının modernleşme ile olan imtihanına kadar çeşitli duraklara kısa kısa uğrayan ikilinin takip / yol hikayesinden ayrı bir film bile çıkarılabilir. Marcus'un Alberto'ya yaptığı ırkçı salvolar, Alberto'nun altta kalmayan soğukkanlı duruşu ikili arasında gerginlikten ziyade, yılların verdiği hoşgörüye dayalı yaşlı çemkirmeleri olarak filme mizah dengesi katıyor. Pek dışarı vermeseler de, bu yolla aralarındaki yıllara dayalı mesleki ve insanı bağlar hissedilebiliyor. Zaten final sürecinde çok daha iyi anlaşılıyor. Aynı şekilde Tanner ve Toby'nin birbirlerine olan bağlılıkları da, bazı filmlerde kardeş olduklarına seyirciyi ikna etmekten uzak olanlardan değil, kendi yolunu çizebilen karakterde. Burada Chris Pine ve Ben Foster cephesi iyi bir kimya yakalarken, Jeff Bridges ortağı rolündeki Gil Birmingham'ı da idare ederek kendi cephesini kahramanca savunuyor.

Taylor Sheridan, iki genç kardeşi takip eden iki yaşlı arkadaşı senaryosuna monte ederken, çocukluğumuzun western geleneğine ait haydut ve şerif kovalamacasına 21. yüzyıldan bir kesit sunmak için bol bol malzeme buluyor. Özellikle bir tarafı kahraman ilan etmiyor veya diğer tarafın saf kötülük taşıdığını iddia etmiyor. Sadece yanlış seçimlerin ya da insanın boyunu aşan adaletsizliklere karşı duruş belirlemenin mütevazi bir yorumunu yapıyor. Çıtası yüksek bir film izlenimi uyandırması üzerine artan beklentilere bu yüzden tam cevap veremiyor olabilir. Oysa 21. yüzyıl Teksas'ının parçalı bulutlu veya gri gökyüzünün altında, borcu ödenemediği için terkedilmiş evlerin, bahçesinde tahıl yerine dev sondaj makinelerinin yer aldığı zemininde yeni olan pekçok şeyin geldiği son noktaya güçlü bir atıf bu. Öte yandan yine 21. yüzyılda, filmde bir kovboyun da söylediği gibi (o kovboy da senarist Sheridan'ın bizzat kendisi) insanların geçimlerini sağlamak için hala eski usül sığır çobanlığı yapmaları gerekiyor. Veya hala komançi (herşeye düşman) olmanın kredisi harcanıyor. Veya küçük bir kasabanın, menüsü yıllardır değişmemiş T-Bone lokantasında ne sipariş edeceğiniz değil, etmeyeceğiniz söyleniyor. Modern ile geleneksel arasında sıkışmış insanoğlu, coğrafya neresi olursa olsun, ya zengin oluyor ya da denerken ölüp gidiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder