26 Ocak 2013 Cumartesi

Killing Them Softly (2012)


Yönetmen: Andrew Dominik
Oyuncular: Brad Pitt, Scoot McNairy, Richard Jenkins, Ben Mendelsohn, Ray Liotta, James Gandolfini, Vincent Curatola, Sam Shepard, Slaine, Trevor Long, Max Casella
Senaryo: Andrew Dominik, George V. Higgins

Gizli bir çetenin önayak olduğu ve büyük paraların döndüğü bir poker salonu iki maskeli adam tarafından soyulur. Daha önce benzer bir soygun planlayıp kendi organize ettiği salonu iki maskeli adama soydurtmuş olan Markie Trattman (Ray Liotta) çeteye yakalanmış ama ikinci bir şans verilerek affedilmiştir. Aynı türde bir başka soygun olunca tüm gözler yine Markie’ye çevrilir. Oysa bu yeni soygun Squirrel lakaplı Johnny Amato’nun tuttuğu iki işsiz serseri tarafından yapılmıştır. Bunun üzerine gerçeği bulup suçluları cezalandırması için infazcı Jackie Cogan (Brad Pitt) görevlendirilir.

George V. Higgins’in 1974 tarihli Cogan's Trade adlı romanını Barrack Obama’nın başkan seçildiği 2008 yılına uyarlayan Yeni Zelandalı yönetmen Andrew Dominik, yine roman uyarlamaları olan Chopper (2000) ve The Assassination Of Jesse James By The Coward Robert Ford (2007) filmlerinin ardından üçüncü yönetmenliğiyle uzun ara verme geleneğini sürdürüyor. Pek karmaşık görünmeyen suç öyküsünü az aksiyon, çok diyalog mantığıyla çekmeyi tercih eden Dominik, özellikle son yılların en güçlü filmlerinden biri olan ve westernlerden 2000’lerde bile ümidin kesilmemesi inancını körükleyen The Assassination Of Jesse James’den sonra merakla beklenen filminde kendi yükselttiği çıtanın biraz altında kalıyor. Ancak bu durum, Killing Them Softly’yi kötü bir film yapmıyor. Hatta bir suç filminden pek beklenmeyen dinginlik yanında o yoğun diyalog yapısıyla kendine dinamizm kazandıran yılın en iyilerinden sayılabilir.

Filmin başından sonuna kadar çeşitli sahnelerde televizyon ve radyodan duyduğumuz Bush ve Obama’nın ekonominin kötü gidişinden, finansal çıkmazlardan ve Amerikan vatandaşlarının bu zorlukların üstesinden gelip birlik ve beraberlik içinde yaşayabileceğinden alınan pasajların, alaksız görünen sahnelerin üzerine bindirilmesi suretiyle dönemin hassas dengeleriyle bir özdeşlik kurma çabası seziliyor. Bu yöntemin yeni ve artık etkileyici olduğu pek söylenemez. Ancak Dominik gibi zeki bir yönetmenin bunu etkileyici olmak ya da farkındalık yaratmak amacıyla mı, yoksa sadece dönem vurgusu yapmak için mi tercih ettiği başlarda pek kestirilemiyor. Ne zaman ki filmin mafya hiyerarşisi kendini belli etmeye başlıyor, o zaman bazı demeçlerde taşlar daha iyi yerine oturuyor. Mafyanın şirketsel yapısı dahilinde onun çalışanları ve verilen görevleri yerine getiremeyenlerin işten çıkarılışı (!), şaibeli işlerden haksız kazanç elde edenlerin kendi bünyelerinde birbirlerine borçlanarak meseleyi çözme hamleleri, problemleri çözmek ya da küçük işlerini gördürmek için taşeron bulma girişimleri, kısacası suçlu bireylerin temsil ettiği tüm kalemler sermaye piyasasının risk oranı yüksek yansımaları olarak bu filmdeki suç trafiğine ustaca uyarlanıyor.


Andrew Dominik 70’li yıllardan kalma romanı 20. yüzyıla uyarlarken doğru bir tercih olarak daha konuşkan bir üslup seçiyor. Aksiyon düşkünü bir yönetmenin elinde çok başka bir şeye dönüşebilecek bir filmi daha temkinli ve olgun bir hale sokuyor. Ancak bu diyalog bolluğunda zaten süresi 90 küsür dakika olan bir filmi bazen şişirip hantallaştırabiliyor. Yine de her şeyin başlangıcı olan gerilimli soygun sekansı ve Jackie’nin sanki 3D için çekilmiş izlenimi uyandıran şiirsel infaz sahnesi ilgiyi canlı tutmayı başarıyor. Minimal duruşunu Markie’nin dayak yediği sahnedeki gibi sertleştirip, Jackie’nin Johnny Amato’nun yerini öğrenmek için barda Frankie’yi sıkıştırdığı sahnedeki gibi gergin hale getirebiliyor. Yani her yönüyle filmine hakim bir yönetmen var karşımızda. Bunu daha önce olağanüstü bir sinema diline sahip The Assassination Of Jesse James By The Coward Robert Ford ile çoktan kanıtlamış bir yönetmen.

Brad Pitt, James Gandolfini, Richard Jenkins, Ray Liotta gibi A sınıfı oyuncular rolleri gereği üzerlerine düşenleri (fazlasını değil) yapıyorlar. Ama fazladan efor sarfedenler iki soyguncuyu canlandıran Scoot McNairy ve Ben Mendelsohn oluyorlar. Her halükarda film hiçbir şekilde oyunculuk olarak sırıtmıyor. Filmin başrolünde Andrew Dominik var. Gerek Bush ve Obama gibi Amerika’nın en tepesinden seslenen söylemleri küçük suç rotasına fon eden, gerekse Brad Pitt gibi Amerika’nın en tepesindeki aktörlerden birine “Amerika bir ülke değil sadece bir ticarethanedir” repliğini söyleten Dominik, yeni yetme sinemacılar gibi göstere göstere sistem eleştirisi yapıyor diye düşünülebilir. Fakat bana göre asıl gayesi, Thomas Jefferson’dan günümüze “tüm insanlar eşit yaratılmıştır” sözünün pratikten öteye gidememişliğinin altını 1974 – 2008 düzleminde çizmek ve en önemlisi de yukarıda belirttiğim enfes anlarla sinema sanatının estetiğine verdiği değeri biraz daha keskinleştirip kendine has bir tarz edinme yolunda bir başka adım daha atmaktır. Killing Them Softly sayesinde bunda başarılı da olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder