28 Eylül 2012 Cuma

Deliver Us From Evil (2006)


Yönetmen: Amy Berg
Müzik: Joseph Arthur, Mick Harvey

Deliver Us from Evil, Katolik Kilisesi tarihinin en bilinen tacizcisi Peder Oliver O'Grady'nin kan dondurucu hikayesini anlatan müthiş bir belgesel. Otoritesi ve cazibesini kullanarak düzinelerce inançlı Katolik ailenin kilise dışındaki günlük hayatlarına da sızıp yirmi yıldan fazla bir süre onları aldatmayı başaran O'Grady’nin kurbanları arasında dokuz aylık bebeklerden orta yaşlı kadınlar ve gençlere kadar herkes vardı. Hapse girdiği 1993 yılına kadar gerçekleştirdiği taciz ve tecavüzlerin ardından her kendisinden şüphelenildiğinde kilise otoritesi tarafından görevden alınmak yerine 80-85 km uzaklıktaki başka bölgelere atanması da bu belgeselin gözler önüne serdiği trajedilerden biri. Atandığı yerlerde de eylemlerini sürdüren O'Grady’nin dönemin başpapazı Kardinal Roger Mahony’nin himayesinde bir türlü işinden el çektirilemeyişini de merkezine koyan belgeselin yönetmeni Amy Berg, bu tacizlerden yola çıkıp kilise otoritesinin hiyerarşik ve bürokratik dayanaklarını da elini korkak alıştırmadan eleştiriyor.

O'Grady’nin cinsel taciz suçlarını kabul edip ailelere tazminat ödemeyi veya özür dilemeyi kabullenemeyen kilisenin bu hasta ruhlu adamı görevden almanın tüm bu suçlamaları kabul etmek anlamına geleceğini bildiğinden, başta Mahony olmak üzere olayla alakalı kendi bünyesinden her din görevlisi için önlemler almaya başlıyor. Vatikan’a kadar uzanan bu örtbas çabalarının izini de başarıyla süren Amy Berg, bu olayların ilk başladığı 70’li yıllarda (en azından belgeselin kendi hikayesine başlangıç olarak seçtiği yıllarda) O'Grady’nin Jyono ailesiyle tanışması ve onlarla ilişkilerinden yola çıkıyor. Çok başarılı bir kurguyla yavaş yavaş diğer mağdur aileleri ve onların artık günümüzde birer yetişkin olmuş fakat o ruhsal yaraları hala taşıyan çocukları da işin içine dahil ediyor. Diğer yandan 1993’te nihayet yakalanıp 14 yıl hapis cezasına çarptırılan ama sadece 7 yıl yattıktan sonra çıkarılıp hala yaşadığı İrlanda’ya sürülen O'Grady'nin bizzat kendisiyle yapılmış söyleşilerden kesitler ise belgesele çok farklı ürkütücü bir boyut da katıyor.


O yıllarda mağdurlardan Jyono ve Howards ailelerinin avukatlığını yapmış Jeff Anderson ve John Manly’nin kendi dava süreçlerinde yaşadıklarından derlenen söyleşilerin aralara serpiştirilmesi, meselenin O'Grady özelinden başka Katolik Kilisesi ve onun artık din kurumu olmaktan çıkıp rahipler sınıfı tarafından siyasileşen yapısına getirilen eleştirinin dozunu arttırıyor. Hatta kendisinden Katolik kilisesini denetleyecek, piskoposlara hesap soracak ve kiliseye cinsel tacizi önleme, ihbar etme, açığa çıkarma konularında rehberlik edecek ulusal bir komitenin başına geçmesi istenen Oklahoma eski valisi Frank Keating’in, bazı piskoposlukları halka karşı açık ve kendilerine karşı dürüst olmadıkları gerekçesiyle eleştirdikten, üstelik piskoposluğu ve kardinalliği mafyayla karşılaştırdıktan sonra istifa etmesi de bu eleştirelliğin üzerine biniyor. Fakat en önemlisi, 35 yıl boyunca Katolik papazlığı yapan, kilise hukukçusu ve tarihçi Tom Doyle’un bu inanç sistemine karşı taciz mağdurlarıyla işbirliği içindeki çabası.

Din adamlarınca cinsel tacize uğrayan kurbanların yanında yer aldığı, olayları örtbas edenlere, Vatikan’ın en üst kademelerinden gelen manipülasyona ve sahtekârlığa karşı sesini fazla yükselttiği için önemli makamlardan kovulup önemsiz makamlara getirilen Tom Doyle, Roma Katolik Kilisesi’nin monarşik, hiyerarşik yönetim sistemini korkusuzca eleştiriyor. Eldeki veriler toplanınca Doyle’un ortaya çıkardığı sonuç ise korkunç. Bu bağlamda Papa dahil Roma’daki bu adamlar şuna inanırlar: Tanrı’ya göre pedofil Oliver O'Grady ve onu görevden almayıp koruyan Roger Mahony’nin başı çektiği bu papaz sürüsü, tecavüz edilen çocuklardan çok daha önemlidir. Bu çıkarım Jyono ailesinin mercek altına alınan trajedisiyle rahip-kilise, rahip-birey ve nihayetinde birey-kilise düzlemine erişip kaçınılmaz bir inanç sorgusuna dönüşüyor.

Yüzlerce mağdur arasından seçilen Ann, Nancy ve Adam’ın inançlarını kaybetmemek uğruna tutunacak bir şeyler aramaları Doyle’un da ilgisini çekiyor. Hatta Doyle’un yardımıyla Ann ve Nancy tüm taciz ve tecavüz mağdurları adına Papa’ya hitaben bir mektup yazıp teslim etmek üzere Roma’ya gidiyorlar. Ne var ki kurumsal kilise, inançlarını yeniden kazanmak isteyen bu insanlara kucak açıp yardım etmek yerine onları reddedip kilisenin düşmanı haline getiriyor. Bu tacizlerin olduğu dönemde şimdiki Papa Benedict’in o dönemdeki Papa’dan sonra bu olayları durdurabilecek en yetkili isim oluşu, ama çok kötü bir yönetim gösterişi de altı çizili olarak belirtiliyor. Bütün bunların ışığında Doyle’un söylemlerinden anlaşıldığı üzere asıl sorun kurumsallaşmış, siyasallaşmış, çürümüş Katolik Kilisesi otoritesinin din ve inanç kavramını Hz. İsa’dan ve sadece huzur içinde inancını yaşamak isteyen cemaatten farklı bir materyalist platforma taşımasına dur denilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Aslında film, dini kalıplarından yer yer sıyrılarak farklı konumlarda tacize ya da tecavüze uğramış kimselerin sessiz kalmamaları yönünde cesaretlendirme misyonu da üstleniyor.


Belgeselde avukatlar, teologlar, psikiyatristler, tarihçiler O'Grady olayının ne ilk ne de son olduğunu çok makul argümanlarla dile getiriyorlar. Papazlar ölünce mirasları çocuklarına değil de kiliseye kalsın diye uğraşan kurumsal kilise liderlerinin bekarlığı zorunlu kılmaları, oysa kutsal kitapta ve Hz. İsa’nın öğretilerinde hiç karşılığı bulunmamasına rağmen bekarlığın tabulaştırılması birçok sapkınlığın çıkış noktasını oluşturuyor. Papaz okullarında uzun yıllardan gelen kadına, cinselliğe, evliliğe beslenen nefret, psiko cinsel gelişimini tamamlamamış bu papazcıkların hayata atılıp göreve başladıktan sonra bastırılmış dürtülerini köreltmek için kimleri hedef seçeceklerini tahmin etmek de zor değil.

Bu gibi daha pek çok ayrıntıyı masaya yatıran, bu sapıklığın din kurumuna bulaşmış yönlerini cesurca irdeleyen Amy Berg, halen İrlanda’da “normal” bir insan gibi yaşayan Oliver O'Grady’nin varlığına dikkat çekerken (neyse ki Tom Doyle onu takibe almış bulunuyor), belgeselin sonunda verdiği ürkütücü istatistiklerle de bu adamın sadece buzdağının görünen yüzü olduğunu tokat gibi çarpıyor. Zira dünyada Roger Mahony gibi beceriksiz din adamları, Papa Benedict gibi bulaştığı pislikleri örtbas etmeyi her şeyden üstün tutan dini liderler, George W. Bush gibi onlara jet hızıyla dokunulmazlık veren politikacılar olduğu müddetçe O'Grady’lerin bu kadar fazla olduğunu tahmin etmek zorlaşmıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder