20 Kasım 2010 Cumartesi

The Crow (1994)


Yönetmen: Alex Proyas
Oyuncular: Brandon Lee, Rochelle Davis, Ernie Hudson, Michael Wincott, Bai Ling, Sofia Shinas, Anna Levine, David Patrick Kelly, Angel David
Senaryo: James O'Barr, David J. Schow, John Shirley
Müzik: Graeme Revell

90’lı yıllar, 80’ler sonrası çekidüzen yılları gibi gelir bana. Kılık kıyafet, müzik, politik yapılanma ve sosyal bilinç 80’lere göre daha bir değişim geçirmeye başladı. Değişim dediğimiz şey de sancısız olmaz. Bireysel bunalımlar da beraberinde geldi haliyle. Buna mukabil, eserlere de yansıması kaçınılmaz hale geldi. Hep öyle değil midir zaten? Sinemada film noir hortladı, müzikte Grunge patladı, iç savaşlar azıttı.

Böyle bir dönemde The Crow’un efsaneleşmesi kadar normal bir şey olmamalı. Crow’u kültleştiren unsurun büyük ölçüde, çekimler sırasında karnına giren kurşunla daha 30’una gelmeden hayata veda eden, Bruce Lee’nin kendi kadar bahtsız oğlu Brandon Lee olduğu düşünülür. Tabiî öyle bir etki yadsınamaz. Ancak ben bu efsaneyi, yukarıdaki şartlara sahip döneme cuk oturan filmin kendine has karanlık, ümitsiz yapısına bağlıyorum. Daha 35 yaşına gelmeden göçüp giden nice oyuncunun filmi bu denli ilgi görmezken, The Crow’u “Brandon Lee’nin sette öldüğü film” olarak yüceltenlerden rahatsızım. Bir kere filmden önce James O'Barr çizgi romanının temelden sağlam bir hayran kitlesi zaten vardı. Film sadece bu kitleyi daha da genişletti. Ama çevirirken ellerimizi kurutan sayfaların yarattığı tuhaf etkiyi bu kez gözlerimize yaşatarak.

Serseriler tarafından vahşice öldürülen müzisyen Eric Draven ve nişanlısının intikamını almak için, Draven’in tekrar Crow olarak hayata geri dönüşünün hikayesi çok önceleri bir fenomendi. Film için dönemin yükselen değerlerinden, babası gibi dövüş sanatları ve drama eğitimi almış Brandon Lee’nin düşünülmesi mutlaka başlarda soru işareti uyandırmıştır. Benzetmede hata olmaz bu, Jet Li’nin Örümcek Adam olması gibi bir durumdu. Ama birkaç vurdu-kırdının ardından Junior Lee için bu film tam bir atlama taşı olacaktı, oldu da... Lee’nin Draven-Crow yorumu zaten tartışılmaz ama hikayenin ve Alex Proyas’ın kapkara yönetiminin, Crow’u özel yapan ilk etmen olduğunu düşünüyorum. Lee yaşasaydı belki Crow 2-3 saçmalıklarında da oynayacaktı, bilemeyiz. Ölmüş birinin nasıl kariyer yapacağı sunî bir tartışmadan öteye gitmez.


Joker-Robert Smith karışımı Crow, gotik, trajikomik ve hüzünlü yapısıyla çok özel bir süper kahraman. Aslında süper kahraman diyesim de gelmiyor. Çünkü alacalı bulacalı, daracık ve çoğu kez komik kostümlerle boy gösteren benzerlerinden farklı, zifiri bir özelliği var. Ama diğer kahramanlar gibi o da ikilemler denizinde çırpınıyor. 90’lar Grunge kuşağının onu bağrına basması boşuna değil. Onun serserilerden alacağı intikam, 80’lerin uyuşturucu havasından sıyrılan ve su yüzüne çıkan gerçekliklerin farkına varıp 2000’lere doğru hesap sorma yolunu yöntemini araştıran, kendince bir öç altyapısı arayışı içinde olan bireylerin intikam konseptine uyuyor. Zaten 90’lardaki Grunge kuşağının Jack London kitaplarından fırlamış görüntüsü ve o cayır cayır müziği, zamanında biriktirdiği fikirleri daha verimli bir platforma taşıma arzusu depreşecektir. Çünkü Grunge tümüyle köklerine bağlıydı. Belki de bu yüzden The Crow soundtrack albümünün Grunge şarkılarla dolu olması sadece Draven’in bir rock müzisyeni olmasından kaynaklanmıyordu. Draven-Lee figürü kaçınılmaz bir biçimde Kurt Cobain ile de özdeşleştirildi. Ama Cobain’in intihar-cinayet gizemi aydınlanmadığı sürece bu özdeşlik hiç adil değil. Cobain’in intihar zayıflığıyla, Crow’un kararlılığı benim için tezat. Benim Grunge kültürden algıladığım bu idealsizliğe ters. Bu yüzden Kurt Cobain’in öldürülmüş olmasını yeğlerim.

The Crow’da Brandon Lee’den başka mühim bir şahsiyet daha bulunmakta. Michael Wincott... Rutger Hauer kadar karizmatik, William Forsythe kadar zalim bu güzel-kötü adam üzerine ne methiyeler düzülse az. Robin Hood:Prince Of Thieves, 1492: Conquest Of Paradise, The Three Musketeers, The Count of Monte Cristo, The Crow’daki konseptine çok benzettiğim Strange Days ve daha nice filmin kötü adamı Wincott, Ridley Scott, Jim Jarmusch, Kevin Reynolds, Michael Cimino gibi yönetmenlerinde favori ismi aynı zamanda.

31 Mart 1993 öğlen 01:04’te hayatını kaybeden Brandon’un cenazesine, aralarında David Carradine, David Hasselhoff, Keifer Sutherland’in de bulunduğu 400’den fazla insan katıldı. Mezarı ise 90’larda Grunge’ın patladığı Seattle’da, babası Bruce Lee’nin yanında bulunmakta. Yakında her efsanenin geri döndürülme modasından The Crow da payını alacak. Yönetmen olarak ilk Blade filmi dışında pek parlak bir kariyeri bulunmayan, esasen özel efekt uzmanı olan Stephen Norrington'ın yöneteceği The Crow, 2011'de intikam almaya yeniden başlayacak. Brandon Lee'nin rolü için düşünülen isimler şu an için Mark Wahlberg ve Ethan Peck... Doğru, benim de yüzüm buruştu. Ama bu filmin senaryosunu Nick Cave'in yazmış olması işin rengini baştan aşağı değiştiriyor. Hiç aklıma gelmemesine rağmen, belki de bu iş için en uygun isimdi kendisi. Öbür türlü The Crow'un yeniden çekilmesi fikri hiç, ama hiç çekilmezdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder