5 Temmuz 2009 Pazar

Nick and Norah's Infinite Playlist (2008)


Yönetmen: Peter Sollett
Oyuncular: Michael Cera, Kat Dennings, Rafi Gavron, Aaron Yoo, Ari Graynor, Alexis Dziena, Zachary Booth, Jay Baruchel, Jonathan B. Wright
Senaryo: Lorene Scafaria, Rachel Cohn, David Levithan
Müzik: Mark Mothersbaugh

Yıllar geçtikçe moda olanların demode olması, fakat o demodeliğin günün birinde tekrar moda hale gelmesi döngüsünün günlük yaşamla beraber, kültür sanatı da etkilemesi kaçınılmaz. Düşük bütçelerle çekilen filmler veya çıkarılan albümlerde rastlanan “indie” kimliği, geçmişle bağını koparmayıp ondan yoğun biçimde etkilenmiş, kendi döneminin yeniliklerini eskiyle kaynaştırmış bir tavrı yansıtmakta. Mainstream’e alternatif oluşturmasından ötürü bu bağımsızlığın taşıdığı ticari riski pek umursamayan veya umursamaz görünen indie ruh, elindeki bağımsızlığı iyi kullanıp mainstream’den bıkmış kitlenin beğenisine sunduğunda yoğun biçimde kabul görmekte. Çünkü büyük film ve plak şirketlerinin bunaltan dayatmalarından tümüyle veya bir nebze bağımsız kalabilmiş yapımlarda görülen samimiyet ve özgürlük, farklı tatlar peşindeki insanlar üzerinde çok daha etkili olabiliyor.

Bu bağımsızlığı talep edenlerin çoğunluğunun genç kesim olduğu düşünüldüğünde, popüler ile bağımsız arasındaki farkın belli yaş aralıklarına hitap etme işlevi, o yaşlardaki gençlerin sosyal yaşam alanlarının farklılıklarıyla da kendini gösteriyor. Amerikan gençlik filmleriyle kendini belli eden bu farklılıklar, aslında her iki kanattan da ortak dalga boylarına sahip olduklarını, en azından belli başlı şablonlar üzerinden hareket noktaları edindiklerini gösteriyorlar. Kafaların cinselliğe fazla takılmış olması, bir gruba dahil olma ihtiyacı, kuşak çatışmaları, okul hayatı, randevular, partiler, kötü alışkanlıklar hepsi bir şekilde gerek popüler gençlik filmlerinde, gerekse bağımsız yapımlarda üzerinden geçilen konu başlıklarını oluşturuyor. Bazıları bu başlıkların birini veya birkaçını araç, bazıları ise aralarından seçtikleri herhangi birini amaç haline getiriyorlar.


Aklı uçkurunda American Pie ucuzlukları, birbirinin kopyası teen slasherlar, parti yapmaktan başka şeye kafası basmayan fazla güzel ve fazla yakışıklı lise çocuklarının cirit attığı basit eğlenceliklerden oluşan gençlik filmleri, biraz 11 Eylül sonrasının yıpratılmışlığı, biraz 11 Eylül öncesinin bulanıklığı, biraz da yükselen indie akımının getirdiği olgunlaşma sancılarının farklı senaryo biçimleriyle kendini gösterişiyle artık eskisi gibi prim yapmamaya başladı. Seks, uyuşturucu, intihar olguları, aşk, romantizm, aidiyet duygularıyla daha farklı şekillerde yüzleşmeye başladı. Ghost World, Charlie Bartlett, Donnie Darko, Welcome To The Dollhouse, Garden State, Wristcutters : A Love Story, Brick, Juno, Bully, İngiltere’den de Cashback, Boy A, This is England filmlerinde ortaya çıkan basit anlatımlar, klişe gençlik filmleri seyrini bunalımlı, arızalı, felsefi ve hüzünlü yansımalarla tekrar etti veya tamamen farklı yeniliklerle donattı. Basit duruşlarına rağmen komedi dokuları daha şahsileşti, dram örgüleri daha içine girilemez bir hâl aldı. Apolitik duruşlarını bile politik ve sosyal zeminlere yayabildiler. Bu yüzden mantıksız, yüzeysel veya aşırı kişisel bulundukları oldu. Fakat hepsini bir kenara koyduğumuzda, gençlik filmleri denen türe çok daha cazip birer alternatif oluşturacak şekilde farklı cephe açabildiler.

Nick and Norah's Infinite Playlist, Cumartesi günü başlayıp Pazar’a sarkan zaman diliminde bir grup gencin yaşadıklarını, tatlı bir telâşla, tanıdık gençlik meseleleriyle ve fonda hiç susmayan indie müzikle anlatan normal bir romantik komedi. Tanıdık, normal ve komedi olması onu özel yapmıyor elbette. Hattâ aynı klasmandaki Juno’ya göre birkaç sıra altta bile sayılır. Fakat senaryosunun ince ince detaylandırdığı hınzırlığını, o tanıdık ve normal dış görünümüne “indie” bir mod ile uyarlayış biçimindeki sıcaklık onu bazı izleyenleri gözünde özel hale getirecek karakterde. Özel oluşu, seyircinin bağımsız yapımlarla kurduğu kişisel bağdan kaynaklanmakta. Yoksa filmi hafif, sıradan ve sığ olarak görmek de yine o bağı kuramamış seyircinin tasarrufu. Aslında “indie” etiketiyle müzik yapan grupların algılanış biçimi de genelde böyledir: Gitar, bas, davul, vokal ekseninde ortaya çıkan müzik, kemikleşmiş entruman dizilimini bağımsız kılacak ölçüde sade bestelerden oluşur. Bu türe yabancı dinleyici kitlesi tarafından basit ve sıkıcı bulunma ihtimalleri yüksektir. Elbette basit ve sıkıcı olanlar mevcuttur ve bize göre sıkıcı olanların başkalarının kahramanları olduğunu görmek de şaşırtıcıdır. Onu özel yapan ise listeleri altüst etmesi, stadyumlarda konser vermesi veya aynı anda 200 salonda birden gösterime girmesi değil, daha kişisel titreşimler yayan yapısıyla “kişiye özel” olmasıdır. Nick and Norah's Infinite Playlist de bu duygularla izlendiğinde iyi veya kötü yerini bulan bir film.

Okulun burnu havada kızı Tris karşısında sevgilisiz görünmek istemeyen Norah’nın bir konserde sahnede gitar çalarken gördüğü Nick’e 5 dakikalığına sevgilisiymiş gibi davranması teklifi, Nick’in ise gerçekte Tris’in acımasızca terk ettiği ümitsiz aşığı oluşuyla başlayan, Norah’nın alkole dayanıksız kankası Caroline’in kaybolması ve Nick’in grubu Jerk Offs elemanlarının onu bulmak için seferber oluşuyla gelişen, bu süreçte Nick ve Norah’nın birbirlerini keşfetmeye başlamaları ve bir dizi komik olayla ilerleyen tek gecelik bir filmden bahsediyoruz. İçinde bu özetten fazlasını barındıran eğlenceli bir bağımsız. Üstelik bu kargaşaya bir de şehre gelen meşhur indie grup Where’s Fluffy?’nin nerede sahneye çıkacağı yönündeki bitmeyen spekülasyonların heyecanı eklenince ortam daha da şenleniyor.


Zaten o noktada Where’s Fluffy?’nin sembolize ettiği, aranılan şeyin bulunması değil, onu ararken edinilen tecrübelerin insana kazandırdıkları. Filmin keyfini kaçıracak ayrıntılar, espiriler, tespitler serisini filme saklamak, filmden alınacak şahsi hazlar düşünüldüğünde çok daha yerinde bir karar. Yer yer indie müziğin referanslarından ve raconundan faydalandığı için yabancılaşma hissi uyandırabilecek olmasına rağmen, cinselliğe fazla yüklenmeden, karakterlerini doğallıkla karikatürizelik arasında getirip götüren, müziği filmdeki tüm karakterlerin vazgeçilmezi haline getirmiş, duygusal zekâsı olan güzel bir bağımsız-gençlik-romantik-komedi alternatifi. Filmin romandan uyarlama senaryosunu yazan Lorene Scafaria’nın Juno’nun senaristi Diablo Cody ile dostluğu da anlamlı. Farklı bir jenerasyonun elinden çıktığını hissetiren bu senaryolar, komedi ve ciddiyetin iç içe geçmişliğini, bazen biraz da abartarak samimi kılmayı hedefliyor.

Yugo’suyla, drum machine’iyle, her filminde olduğu gibi şaşkın görünümüyle, The Cure “Boys Don’t Cry cep melodisiyle, Jerk Offs’un tek “normal” erkeği Nick, müzik tutkusu, baygın bakışları, olağanüstü The Cure yorumu, tüm ruh değişimlerini hüzünlü bir yüzün kanatları altında yaşayan ifadesi, müziğe bir iş değil, bir zevk olarak bakan indie prensesi Norah, tüm geceyi sarhoş geçiren Caroline ve aynı zamanda filmin yan oyuncularından biri olan onun sakızı, kokona Tris, asalak insan Tal ve tabiî ki Jerk Offs… Mini Vanlarında death metal dinleyen eşcinsellerden kurulu indie punk grubu Jerk Offs, benzer komedilerde sık sık başvurulan homofobik bakışın aksine, bir gençlik filminde gördüğüm en cool gaylerden oluşan filmin en mühim renk unsurlarını oluşturmakta. Nick ve Norah’yı yakınlaştırmaya uğraşan iyilik melekleri olmaları yanında, komediden fazla insancıl bir ciddiyet yüklü Thom, Dev ve Lethario, yüzlerde yarattıkları tebessümleri boşluğa savurmuyorlar kesinlikle. Anlatılmaz, izlenir pek çok anın, filmi beğenmiş izleyiciye favori sahneler sunacağı muhakkak. Kendi ürününüz olan karma CD’ler ve onlara keçeli kalemlerle yaptığınız kapaklar gibi bir film Nick and Norah's Infinite Playlist… Sizin için çok önemli bir insan için özene bezene seçip bir CD’de topladığınız bu şarkılar, o önemli insan için hiçbirşey ifade etmeyip çöpü boylasa bile, o CD’yi çöpün içinden çıkarıp kıymetini bilecek birileri mutlaka vardır diyor. Biraz da bu yüzden çok özel bir film. İnsanlar size “bu filmin neresini beğendin, bu müzikte ne buluyorsun” diye sorduklarında yüzünüzde beliren o hınzır gülümsemeyi hatırlayın. Size kalabalıkta bile kendinizi özel hissettiren…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder