23 Ocak 2008 Çarşamba

Talk To Me (2007)

Yönetmen: Kasi Lemmons
Oyuncular: Don Cheadle, Chiwetel Ejiofor, Taraji P. Henson, Martin Sheen, Cedric The Entertainer, Mike Epps
Senaryo: Michael Genet, Rick Famuyiwa
Müzik: Terence Blanchard

60'ların ortalarında başkent Washington'da Soul müziğin canlanması ve toplum bilincinin yaygınlaşması, insanlar üzerinde büyük etkiler yaratmıştır. İşte bu dönemlerde ülkeyi kasıp kavuran bir isim vardır. O da ünlü DJ Ralph Waldo 'Petey' Greene’dir. Greene, hapiste tanıştığı radyo editörü Dewey Hughes’a kendini kabul ettirdikten sonra onunla iş ilişkisiyle başlayan, daha sonra sağlam bir dostluğa dönüşecek bir sürece girer. Ama ikisi arasındaki idealist düşünceler farklı yönlerde seyrettiğinden zamanla bu dostluk zedelenmeye başlayacaktır. Kısa sürede halkın sevgilisi olmayı başaran Greene, her şöhretli insanın geçeceği testlerden de geçmek zorundadır.


Adını Petey Greene’in radyo programlarına canlı bağlantı kuran dinleyicilere söylediği ilk cümleden alan Talk To Me, 1966’da başlayıp, ünlü radyo DJ’inin ölümüne kadar geçen zaman dilimini kapsayan, arada 70’li yılların en önemli ırkçılık karşıtı siyah hareketini de dekoruna dahil eden, gerçek olaylardan uyarlanan olgun bir biyografi. Kimi biyografiler, tarihe veya belli dönemlere damgasını vurmuş şahsiyetlerin doğumundan ölümüne kadar tüm hayatını ele alırken, Talk To Me gibi yapımlar, biyografisi yapılan kişinin ilk kez sivrildiği dönemden başlayıp kariyerinin önemli duraklarını detaylandırırlar. Hırslı ve idealist radyo yapımcısı Dewey Hughes, hapisanedeki kardeşi Milo’yu ziyarete geldiğinde hapisane radyosunda mahkumlardan biri olan Petey Greene’in programını duyar ama önemsemez. Tam ziyaret saati bitip çıkarken onu gören Greene, hapisane sonrası için ondan iş ister. Yine umursamayan Dewey, yaptığı kurnaz bir planla hapisten erken salıverilen Greene ve onun deli dolu sevgilisi Vernell’in bir gün yakasına yapışacağından habersizdir. Ne yapıp edip Dewey’nin iyi bir pozisyonda olduğu radyoya kapağı atmak isteyen Petey Greene, bir çok ilginç yöntem dener ve sonunda Dewey’i ikna etmeyi başarır. Ama ağzı bozuk, korkusuz, lafını esirgemeyen dobra Greene’i radyonun patronu Sonderling’e kabul ettirmek gerekmektedir. İşin o kısmını da yine ilginç bir şekilde hallettikten sonra 70’lerin sıra dışı radyo DJ’i Ralph Waldo 'Petey' Greene efsanesi doğar.

İzlediğimiz çoğu biyografi, ele aldığı ünlü kişinin hayatını belli bir eksende ilerletir. O karakterin temsil ettiği değerleri sunmak için bulduğu uygun ortam ile doğuşu ve yükselme dönemi başlar. Bu dönemde biyografi malzemesi ünlünün karizması yanında onun farklı kişilik özelliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan yan karakterler ve olaylar devreye girer. Bazıları dönemin tarihi olaylarının karakterler üzerinde bıraktıkları etkilere önemle eğilirken, bazıları da bu olaylardan sadece arka plan oluşturmayı tercih ederler.

Ne olursa olsun, dönemin tarihi gerçekleriyle yoğrulmuş bir biyografi, gerçekten yaşamış bir karakterin sinema perdesindeki gerçekliğine katkıda bulunduğu gibi, bazı farklı dramatik yaklaşımları da beraberinde getirir. Hele de bu biyografi Talk To Me’de olduğu gibi siyasi veya askeri bir alandan değil de şov dünyasından bir figürü masaya yatırıyorsa, komedi ve dram unsurlarının karışımından renkli, eğlenceli ama bir o kadar da olgun işler çıkarabilir. Hapisanede doğup daha sonra bir ikon haline gelen Petey Greene’in kendini kabul ettirdikten sonraki yükselişi, filmde onun döneminin çok önemli olaylarının arka plana başarıyla yerleştirilmiş olmasıyla daha ilginçleşiyor, aynı döneme bu kez şov dünyasından atılmış bakışları izleme fırsatı elde ediyoruz. Özellikle dönemin siyah hareketinin efsanevi lideri olan Martin Luther King Jr. cinayeti ardından patlak veren siyah ayaklanması sırasında ılımlı duruşunu öfkesine kurban etmeyen Greene, şöhretini kendi halkını akl-ı selime davet etme yönünde kullanacak ölçüde bilinçli ve duyarlı bir kişiliğe sahip.

Bunu gerek radyo programlarıda halka yaptığı sağduyu çağrılarından, gerekse James Brown’un da katıldığı bir birlik-beraberlik konserinde yaptığı anlamlı konuşmadan anlıyoruz. Petey Greene, Washington gibi “beyaz”lığıyla bilinen bir bölgede siyah hareketin ön sıralarında saf tutuyor, afro-Amerikalılar arasında şov dünyasının popüler simalarından biri haline geliyor, ona inarak işini bile riske atmaktan çekinmemiş olan Dewey Hughes’ün de yardımlarıyla saygın bir konum elde ediyor.. Stand up gösterileri, kendine ait TV şovları derken, Amerika’nın en önemli TV şovu olan ve bir atlama taşı sayılan Johnny Carson Show’a çıkma fırsatına kadar ulaşıyor. Greene’in o şovdan sonra seyri değişen kariyeri ve yakın dostu Dewey ile ilişkisi bir yana, Johnny Carson Show onun için, inandığı doğrulardan kendisini hiçbir gücün döndüremeyeceği gerçeğinin sınandığı bir dönüm noktası oluyor. Aidiyet ve mizah duygusunun ırk farklılıklarıyla olan ilgisinin, sosyal bir sakatlık olan ırkçılık ile karıştırılmaması gerektiğinin altını çizer gibi yapıyor. Bundan Greene’nin zengin beyaz kitlenin soytarısı olmayı reddetmesi anlamı da çıkarılabilir, kendi ırkına daha rahat ulaşabilecek hitap tarzından başkasına yeterince hakim olamaması da.. İzleyene her iki şıkkı da aynı oranda hissettirebilen dengeli anlatımı Talk To Me’nin en önemli başarılarından biri sayılabilir.
Don Cheadle - Ralph Waldo 'Petey' Greene

Aynı zamanda bir aktris olan Kasi Lemmons’un yönettiği Talk To Me’de kalitesi tartışılmaz Don Cheadle faktörü, başrol kavramının hakkını her yönüyle veren öncelikte.. Oyuncunun farklı rolleri üzerinde çok rahat taşıyabilme özelliği bu filmde de açıkça görülüyor. Ancak kesinlikle bu ustalığın gölgesinde kalmayan bir casting başarısından da söz etmek gerek. Greene’in yakın dostu ve menajeri Dewey Hughes rolündeki Nijerya asıllı İngiliz oyuncu Chiwetel Ejiofor’un oyunu son zamanlarda izlediğim en başarılı siyahi performanslardan biriydi. Ejiofor gibi duygu aktarımında en ufak bir sorun yaşamayan bir başka oyuncu da Greene’in edepsiz ve sempatik sevgilisi Vernell rolündeki Taraji P. Henson. Özellikle Hustle & Flow’da çok iyi bir hava yakalamış olan oyuncu, Talk To Me’de bu kez eğlenceli yönü biraz daha ağır basan harika bir oyun çıkarıyor. Konu olarak ilginizi çekmese bile sırf bu üç parlak oyuncunun gözalıcı sunumlarına tanık olmak için bile izlenesi bir film. Ayrıca tecrübeli oyuncu Martin Sheen’in de fazla uzun olmayan ama tecrübesi fark edilen oyunu bu rüzgara uyum sağlıyor. Stéphane Fontaine’in 70’li yıllar nostaljisini yansıtan çarpıcı sinematografisi, akıp giden James Brown, Otis Redding, Booker T. & The MG’s, Clarence Carter şarkıları, kaymak gibi espirilerle bezeli kıvrak mizah anlayışı, Hollywood biyografi standartlarına uygun dramatik altyapısı ve usta oyunculuklarıyla ciddiyeti elden bırakmayan canlı bir yapım Talk To Me.. Good Morning, Vietnam’ın kurmaca DJ’i Adrian Cronauer gibi radyo frekanslarıyla insanlara ulaşarak bir şeyleri değiştirebileceğine inanan ve değiştirmeyi de başaran Petey Greene’in gerçek öyküsü.

Soundtrack
1. Eddie Floyd - Knock On Wood
2. Arthur Conley - Sweet Soul Music
3. Otis Redding & Carla Thomas - Tramp
4. Sam & Dave - Hold On I'm Coming
5. The Capitols - Cool Jerk
6. Archie Bell & The Drells - Tighten Up
7. Clarence Carter - Looking For A Fox
8. Booker T & The MG's - Hip Hug-Her
9. Barbara Lewis - Hello Stranger
10. Otis Redding - I Can't Turn You Loose
11. James Brown - Say It Loud I'm Black & I'm Proud
12. The Dramatics - Whatcha See Is Whatcha Get
13. Meshell NdegeOcello - Compared To What

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder