30 Ağustos 2025 Cumartesi

U Are The Universe (2024)

 
Yönetmen: Pavlo Ostrikov
Oyuncular: Volodymyr Kravchuk, Alexia Depicker
Senaryo: Pavlo Ostrikov
Müzik: Mykyta Moiseiev

Bilinmeyen bir gelecekte insanlık 150 yıl boyunca geçici depolama alanlarında 3 milyar tondan fazla nükleer atık biriktirmiştir Bu duruma çözüm olarak Doğu Avrupa'nın en büyük nükleer atık bertaraf şirketi, OBRIY adlı kargo gemisiyle nükleer atıkları Dünya'dan Jüpiter'in uydusu Kalisto'ya taşımakla görevlidir. Gemide bir salon, spor salonu, mutfak, yatak odası ve pilotun moralini yüksek tutmak amaçlı Maxim adlı bir robot bulunmaktadır. İki yıl gidiş, iki yıl dönüş olmak üzere 4 yıllık bir yolculuk gerektiren bu görevin pilotu Andriy Melnyk kendine bu gemide basit bir yaşam kurmuştur. Ama bir gün sebebi belirsiz patlamalarla dünya yok olur. Andriy bir anda evrende sağ kalan tek insan olmuştur. Geleceğin belirsizliğiyle yaşamayı sürdürürken, Satürn atmosferini izlemekle görevli Catherine adlı bir Fransız meteoroloğun bulunduğu istasyondan çağrı alır. Gecikmeli bağlantı ve tercüman uygulamasıyla sonsuz uzayda konuşmaya, geçmişlerini, yaşamlarını, hislerini paylaşmaya başlarlar. Bu sohbetlerin birinde Catherine'in tehlikede olduğunu öğrenen Andriy, hasarlı gemisine, uzun mesafeye rağmen onu kurtarmak üzere çılgın bir yolculuğa çıkar. Birkaç kısa film ve dizi bölümü sonrasında ilk uzun metrajını çeken Ukraynalı Pavlo Ostrikov'un yazıp yönettiği U Are The Universe, fantastik fikri, referansları ve izole duygusallığıyla başarılı bir ilk film.

Silent Running (1972), The Moon (2009) gibi yapımları anımsatan U Are The Universe, Andriy'in rutini, Andriy ve robot Maxim'in sohbetleri şeklinde ilerlerken, etkileyici bir sahneyle dünyanın yok oluşunu görüyoruz. Sebebi dile getirilmiyor ama sanki nükleer savaşların paranoyasıyla tahmin yürütüyoruz. Asıl konumuz, önce uzayda, şimdi de evrende tek başına kalan Andriy'in hayatını bundan sonra nasıl sürdüreceği. Dönecek bir eviniz, bırakın evi, bir dünyanız bile kalmamış, evrendeki tek insan siz kalmışsınız. Pek çok insanın aklına gelmiş bu fantezi Pavlo Ostrikov'un da kafasını kurcalamış, buradan ilham verici hikayeler fışkıracağını fark etmiş olacak ki, bu en temelde hüzün veren durumu aksiyon veya komediye çevirmeden haklı olarak melankoliye oynamış. Çünkü evrende bir başınıza sınırlı kaynaklarla bir kargo gemisinde kaldıysanız, kurtulsanız bile zaferle döneceğiniz bir eviniz yoksa bunun en güçlü hissedileceği yer sonsuz uzay boşluğunda sürüklenen yaralı bir geminin kederli kolları olsa gerek. Ostrikov, gerilim yaratmak için kasmak yerine, dram, mizah, hüzün, gizem ne varsa onları bu melankoli üzerinden tanımlıyor. Tesadüfen bağlantı kurduğu meteorolog Catherine ile işin içine romantizm de girince, bu kanalın tüm ümit ve ümitsiz verilerini kullanmak istiyor. Maxim dışında konuşacak birinin olmaması yüzünden, onunla da geçen zamanla artık uzun yıllardır birlikte yaşayan huysuz bir çiftin sıkıcılığına kapılmışken Catherine sayesinde hem Andriy'i yakından tanıma, hem de kelimenin tam anlamıyla bu "uzak mesafe ilişkisinin" gelişimini izleme fırsatı buluyoruz.

Catherine'in sesiyle filme dahil olmasıyla farklı bir ivme kazanan, izole yapısını ikiye bölen film, kanlı canlı gördüğümüz Andriy'in içinde bulunduğu durum gereği büründüğü duygu yoğunluğunu da kendince betimlemeye çalışıyor. Konuşmalar ilerledikçe, paylaşılanlar iki karakteri birbirine daha da yakınlaştırdıkça Andriy'in bazı ergen davranışlarını anımsatan, adeta çaresizliğin gölgesinde filizlenen, yüreğinden kelebekler uçuran duygusal coşkusu ve temkinsizliği Ostrikov tarafından çok iyi dikilmiş bir kıyafet gibi. Elindeki tüm imkanları kullanarak Catherine'i bulmak isteme çılgınlığı da bunlardan biri. Ufak kırılma anları, gelgitler, sürprizler, bir sürü güzel ayrıntı ve aynı güzellikteki final, filmin seyirciyle olan bağlantılarını hep dinç tutuyor. Gemi dışındaki uzay görüntüleri, gemi içine sızan ışık ve gölge tanımları, gemi içinin modern tasarımıyla Andrey'in bazı alanları özelleştirmesinden mülhem rafinelik arasında yaratılan dengeler, uzayda olduğumuzu unutturmadığı gibi, evrende kalan tek insanın sınırlı yaşam alanlarıyla insan kalmaya çalışmasının da fikriyatını ortaya koyuyor. Video klip kökenli görüntü yönetmeni Nikita Kuzmenko ile birlikte Pavlo Ostrikov, filmin duygusal yönden ağır görünen havasına çok çarpıcı uzay görüntüleriyle genişlik katmak, aynı zamanda Andriy'in yalnızlığını keskinleştirmek arasında usta bir denge kuruyorlar. Andriy rolünde başlangıçta çok sıradan bir görüntü veren, giderek açılan ve kendini benimseten oyunuyla Volodymyr Kravchuk filmi gayet iyi taşıyor. Zamanla yalnızlık üzerine çekilmiş en iyi filmler arasında gösterilecek potansiyeldeki U Are The Universe, 2024'ün en iyi filmlerinden de biri kesinlikle.

25 Ağustos 2025 Pazartesi

Hallow Road (2025)

 
Yönetmen: Babak Anvari
Oyuncular: Rosamund Pike, Matthew Rhys
Senaryo: William Gillies
Müzik: Peter Adams, Lorne Balfe

Maddie ve Frank çifti, gece yarısı dışardaki kızları Alice'den bir telefon alırlar. Alice, 50 dakika uzaklıktaki Hallow Road'da önüne çıkan bir kıza çarpmıştır ve panik içindedir. Hemen yola çıkan çift, Maddie'nin bir paramedik olması ve kızına telefondan ilkyardım talimatı verebileceği güveniyle ambulans ve polisi aramazlar. Ama zamana karşı bir yarışa girişen anne ve baba için işler umdukları gibi gitmez. İlk uzun metraj senaryosu olarak William Gillies'in yazıp, İran kökenli İngiliz yapımcı, senarist, yönetmen Babak Anvari'nin yönettiği Hollow Road, tek mekan gerilimlerini sevenleri memnun edecek unsurlara sahip bir film. Mekan ise tıpkı 2013 yapımı Locke'da olduğu gibi hareket halindeki bir araba. Locke'da sadece Tom Hardy'yi telefon konuşmalarıyla izlemiştik. Hollow Road'da ise kaza yapan kızlarına yetişmek için yola çıkan iki ebeveyni izliyoruz. Haliyle ikisi de çok gergin ve bu kazanın öncesinde kızlarıyla bir tartışma yaşamış olmanın vicdan azabıyla daha fazla gerginlik yaşamayıp bu olaydan olabildiğince hasarsız çıkmak istiyorlar. Ancak gerek kızları Alice'in, gerekse anne baba olarak daha bilinçli, daha sorumlu olmaları gerekirken Maddie ve Frank'in hataları, zaten zor bir durumu daha da içinden çıkılması güç bir yola sokuyor. 

Gillies senaryosu, iki karakter ve telefondaki sesiyle Alice olmak üzere üç kişilik bir tek mekan içinde gerilimi açmayı, genişletmeyi ve zinde tutmayı başarıyor. Alice ile konuşan, olay yeri ve gelişmeler hakkında bilgi alan, Alice ile konuşmadıkları anlarda birbirleri ve üniversite öğrencisi kızlarının yaptığı seçimleri sorgulayan çiftin ruh haline ortak olmak hiç de zor olmuyor. Alice diğer arabayı alıp evden çıkmadan önce yaşadıkları tartışmanın konusu, ailenin ona verdiği tepki, ardından bu olayın yaşanması, üç kişilik bir şok dalgasının tohumlarını oluşturuyor. Özellikle arabada Alice ile konuştukları, Maddie'nin ilkyardım talimatları, sonrasında yaşananlar, kısacası onunla irtibat halinde oldukları her sahnede sadece Maddie ve Frank'i görüyor olsak da, telefonun diğer ucunda yaşananları gözümüzde canlandırmamızı kolaylaştıracak kadar detaylı, aynı zamanda gizemli bir gece modu içinde olay yerine doğru götürülüyoruz. Üstelik bir sebepten polisin ve ambulansın aranmamış olması filme kriminal bir kimlik yüklüyor. %90'ı sadece arabanın içinde, sadece iki kişiyle geçiyor olmasına rağmen Babak Anvari, mümkün olan her açıyı ve ışıklandırmayı kullanarak, karanlık ve kimsesiz yol görüntüleriyle yalnızlık hissini kuvvetlendirerek iyi bir reji sergiliyor.

Filmin kırılma noktalarını, final sürprizini açık edip tadını kaçırmamak için etrafından dolaşmak gerekirse, günümüz şartlarında kendi ölçeklerinde evrimleşen ebeveynliğin ne kadar meşakkatli bir konum, yapılabilecek bazı hataların da geri dönüşünün ne kadar zor olduğunu mesajlardan biri olarak belirleyebiliriz. Teknik olarak 18 yaşında başlayan yetişkinliğin aslında sadece kağıt üstünde başladığını, ergenliğin alınan kararlarda, uygulamalarda, davranışlarda bir müddet daha sürdüğünü kimse inkar edemez. Öte yandan modern ebeveynliğin gittiği yer de hiç iç açıcı sayılmaz. Evlatlarına eskisinden daha düşkün bazı ebeveynlerin, onların adına kararlar almak, onları korumak uğruna yaptıkları kimi yanlışların da ergenlik hatalarından farkı kalmayabiliyor. Tecrübe eksikliklerini yaşayarak gidermelerini beklemek yerine, onlara kolay çıkış yolları sunmak için çabalıyorlar. Kazalara, hatalara, ilişkilere karşı donanımsız yetişen, artık çocukluktan sözde yetişkinliğe adım atmış gençlerdeki bu "kollanma" güvencesinin kişilik oluşumuna negatif etkileri ebeveynlerin karşısına sürekli çıkmak zorunda. Tabii ki her ebeveyn güven vermek ister, vermelidir de. Ama fazlasını verdiğinde bunun bedelleri de olabiliyor. Tüm bunları sadece bir arabanın içinden ve telefon konuşmalarıyla yaratılan gerilimden çıkarıp seyirciye beyin fırtınası yaptıran Hollow Road, Rosamund Pike ve Matthew Rhys'in güçlü performanslarıyla da etkisini arttıran iyi bir psikolojik gerilim örneği.

12 Ağustos 2025 Salı

Heldin (2025)

 
Yönetmen: Petra Biondina Volpe
Oyuncular: Leonie Benesch, Sonja Riesen, Urs Bihler, Margherita Schoch, Elisabeth Roll, Heinz Wyssling, Jürg Plüss,  Heinz Wyssling
Senaryo: Petra Biondina Volpe
Müzik: Emilie Levienaise-Farrouch

Petra Biondina Volpe'nin yazıp yönettiği Heldin (Late Shift), İsviçre'deki bir hastanenin cerrahi bölümünde hemşire olarak çalışan Floria'nın bir gece vardiyasını perdeye taşıyor. Tecrübeli olduğu belli olan Floria'nın, o vardiyada personel yetersizliği nedeniyle yavaş yavaş zor anlar yaşayacağını anlıyoruz. Zira film en baştan hastane gibi pek de hoş olmayan bir ortamda ve o ortamın gergin, telaşlı, hüzünlü atmosferinde geçtiği için bu ön kabulle başlamak bir yerde kaçınılmaz görünüyor. Vardiyaya gayet enerjik ve pozitif başlayan Floria, hepsi farklı yerlerden ilgi bekleyen hastalara yetişmekte güçlük çekmeye başlayınca filmin adım adım yükselen tansiyonuna ayak uydurmak kolaylaşıyor. Ayak uydurunca da, kendimizi adeta gerçek bir hemşireyi vardiyasında takip ettiğimiz bir belgesel izliyormuş halde buluyoruz. Kamerasıyla sürekli Floria'yı takip eden Volpe, onun oda oda hasta kontrol edişini, ağrı kesici hazırlayışını, tekerlekli ekipmanıyla koridorda yürüyüşünü sık sık göstererek bu rutinin otomatikliğini, bu durumdan kaynaklanan hemşire disiplinini, aynı zamanda odağına aldığı Floria'nın yıpranmaya başlayan ruh halini gerçekçi aşamalarla detaylandırıyor. Tabii bunlar, hasta veya refakatçi olarak hastanelerde bir süre kalmış insanlara hiç de yabancı gelmeyen detaylar ve film gücünün önemli bir kısmını bu gerçeklikten devşiriyor.

Film bittikten sonra altyazıyla "2030 yılına kadar İsviçre'de 30.000 hemşire açığı olacak. Eğitimli hemşirelerin %36'sı sadece 4 yıl içinde mesleği bırakıyor. Dünya çapında hemşire eksikliği küresel bir sağlık krizidir. Dünya Sağlık Örgütü, 2030 yılına kadar 13 milyon hemşire açığı olacağını öngörüyor." bilgileri veriliyor. Bu cümleler filme bir nebze kamu spotu rengi veriyor gibi görünse de bir buçuk saat boyunca izlediklerimizi dünyanın her yerindeki hemşireler, ağırlıklı olarak nöbetlerinde her gün yaşamaktalar. Özellikle pandemi döneminde hayatını kaybeden binlerce insanın arasında sağlık çalışanları da vardı. Onların ne tür fedakarlıklarda bulunduklarını gördük, duyduk. Floria'nın gece vardiyası sadece bu rutin gecelerden biri. Hastaların altını değiştirmek, onların otel hizmeti bekleyen kaprislerine maruz kalmak, öncelik bekleyenleri idare etmek, ilaç ve tedavi takibi yapmak, doktorlarla hastalar/hasta yakınları arasında köprü görevi görmek gibi daha pek çok işe bakmak zorunda kalan Floria, bir de üstüne kendinden daha tecrübesiz genç bir hemşireyle tüm bunları üstlenmek zorunda kalınca gittikçe artan bir stres ve gerilimle başa çıkmaya çalışıyor. 

Hemen hemen aynı sıralarda ortaya çıkan Danimarka yapımı Zinnini Elkington filmi Det andet offer ile de tescilleniyor ki, Avrupa ülkelerinin sağlık politikalarında ciddi sıkıntılar var. Biri Danimarka'dan, biri İsviçre'den, biri doktor, biri hemşire iki sağlık çalışanı üzerinden sistem aksaklıkları, insani ikilemler, sonuçları vahim olan basit ihmaller, ayakta kalmaya çalışan karakterler, etik ve duygusal çatışmalarla yüklü bu iki medikal dramı birer yardım çığlığı olarak da görebiliriz. Bireysel hatalara ve ihmallere her meslekte rastlanır. Ama söz konusu sağlık olunca bunların telafisi çok daha zor görünmekte. Bireyleri de bu hata ve ihmallere sürükleyen de çoğu zaman sistemin imkan, kaynak, denetleme, eleman, ekipman vb. sorunları çözemeyişi oluyor. Çoğu iş alanında özellikle eleman sıkıntısının yarattığı aksaklıklar, iş yükünün tek veya az sayıda çalışanın üzerine binmesiyle ölümle sonuçlanan durumlara dahi yol açabiliyor. İşte hemşirelerin üzerindeki iş yükünün de psikolojik olarak son derece yıpratıcı boyutlara vardığını gösteren Heldin, kendi çapında önemli bir farkındalık yaratabilecek kapasitede bir dram. Fakat hem Heldin, hem de Det andet offer, sadece kamu spotu düzeyinde farkındalık misyonu üstlenmiş filmler değil, sinema kaygısı, senaryo matematiği, gerçeklik duygusu, performans dengesi yönlerinden de çaba gösteren filmler. Bu çabalarında da çoğu zaman başarılılar. Das Lehrerzimmer (The Teachers' Lounge) filmindeki öğretmen performansıyla tüm övgüleri hak eden Leonie Benesch burada da çok güçlü. Her karede ne yapması gerektiğini bilen, profesyonelliğinin ardında saklamaya gayret ettiği duygusallığını ara sıra koklatan, patladığında bile vakur kalabilen etkileyici bir duruş. Das Lehrerzimmer'ı izleyen Petra Biondina Volpe'nin bu senaryo için en önce Benesch'i düşünmüş olmasını tahmin etmek hiç de zor değil.

3 Ağustos 2025 Pazar

Det andet offer (2025)

 
Yönetmen: Zinnini Elkington
Oyuncular: Özlem Sağlanmak, Trine Dyrholm, Mathilde Arcel F., Olaf Johannessen, Anders Matthesen, Iman Meskini, Anne Sofie Wanstrup, Anders Hove, Jacob Spang Olsen, Morten Hee Andersen, Pernille Højmark
Senaryo: Zinnini Elkington
Müzik: Jenny Rossander

Zinnini Elkington'un senaryosunu yazıp yönettiği Danimarka yapımı Det andet offer (Second Victims), deneyimli bir nörolog olan Alexandra’nın, baş ağrısı şikayetiyle annesiyle birlikte acil servise gelen 18 yaşındaki Oliver'ı muayene ettikten sonra gerek gördüğü üzere evine göndermesinin ardından, Oliver'ın daha hastaneden çıkmadan beyin kanaması geçirip komaya girmesi üzerine yaşanan trajedi üzerine yoğunlaşıyor. Hastanenin acil servis rutiniyle başlayan film, daha en baştan Alex ile seyirciyi birbirine kilitlemeye çalışıyor ve bunu başarıyor. Pozitif, anlayışlı, yardımsever bir doktor olan Alex, filmin kırılma noktası olan Oliver vakasından sonra yavaş yavaş bir dönüşüm içine girerek bu özelliklerini korumakta yaşadığı sıkıntılarla bir mücadele içine giriyor. Tamamı Herlev Hastanesi gibi gerçek bir lokasyonda çekildiği, uzun plan çekimleri ve el kamerası kullanımına gerektiği kadar ağırlık verildiği için gerçeklik duygusu yüksek bir medikal drama izliyoruz. Elkington seyirciye acil servis ortamının stresini ve baskısını hissettirmekte hem senaryo, hem de yönetmenlik olarak sade bir beceri sergiliyor.

Filme adını veren “second victim”, beklenmeyen olumsuz bir hastalık vakasına, kasıtsız bir sağlık hizmeti hatasına veya hasta yaralanmasına, hatta ölümüne doğrudan veya dolaylı olarak karışan, haliyle bundan olumsuz etkilenen sağlık çalışanına denmekte. Hastadaki tıbbi başarısızlığın yanı sıra, bu durum doktor ve hemşirelerde derin duygusal izler bırakmakta. Doktorların, hemşirelerin ve hastane sistemi içinde çalışan herkesin karşılaşabileceği suçluluk, sorumluluk ve sistemsel baskı üzerine düşündüren Elkington, seyirciyi empatiye davet ediyor ve davetine karşılık bulmakta zorlanmayacak güçlü çatışmalar kuruyor. Karakterler arasında suçlama ve vicdan tartışmaları giderek yoğunlaştığı için ahlaki ikilemler yakamızdan hiç düşmüyor. Doktor olanların Alex ile özdeşlik kurması kolay gözükse de, günümüz şartlarında bir hastalık için ikinci, üçüncü görüş almak isteyecek kadar sağlık sistemi unsurlarına karşı güven sorunu yaşayan başkaları için ihmalkalığın tahammül edilemeyişi gayet anlaşılır bir durum. Öte yandan, dünyanın en zor mesleklerinden birinde saatler, hatta dakikalar içinde bir suçluya ya da kahramana dönüşme ihtimalinizin mevcudiyeti ancak üzerlerine bu sorumluluğun yüklendiği kişilerce tanımlanabilir. Bireysel sorumlulukların kolektif bir sorumluluğa dönüşmesinden endişe edilmesi, söz konusu sorumlu bireyi korumak ile onun kellesini verip kurtulmak arasında ince bir çizgiyi de içerdiği için çatışmalar kartopu misali büyüdükçe büyüme eğilimde oluyor.

Filmin bu ahlaki belisizlikler, sorumlu ve suçlu tespit etme ikilemleri, etik yönlerden empati arayışları üzerine kurduğu hikayesi, aslında bir hikayeden ziyade herhangi bir gün, herhangi bir hastanenin acil servisinde yaşanabilecek, defalarca yaşanmış, sonuçları zincirleme etkiler yaratmış bir gerçek kesit niteliğinde. Bu bakımdan yer yer ağır bir izleme deneyimi, bir tetikleyici olabilir. Üstelik hem doktor, hem hasta, hem de hasta yakını perspektiflerinden psikolojik gerilime varan güçlü bir tansiyon mevcut. Bu tansiyonun ortasında oradan oraya koşturan, koşturmadığı anlarda mental olarak bulunduğu ortam tarafından absorbe edildiği hissedilen Alex'in psikolojisi çok çarpıcı. Bu psikolojiyi yansıtmada Danimarka doğumlu oyuncu Özlem Sağlanmak çok başarılı. Oliver'ın annesi Camilla rolünde izlediğimiz tecrübeli oyuncu Trine Dyrholm'ün ve stajyer doktor Emilie rolündeki Mathilde Arcel F.'in bu sıkıntılı atmosferden nasibini alan destekleyici performanslarını da unutmayalım. Det andet offer, insani ikilemleri, kırılgan karakterleri, yoğun temposu, etik ve duygusal çatışmalarıyla bir acil servis üzerinden sağlık dünyasındaki hassas dengeleri çok iyi yoklayan bir dram. Üstelik bu drama doğal beklenti gereğince gerilim de katmış bir yapım.