12 Mart 2024 Salı

American Fiction (2023)

 
Yönetmen: Cord Jefferson
Oyuncular: Jeffrey Wright, Sterling K. Brown, Issa Rae, Erika Alexander, Tracee Ellis Ross, Leslie Uggams, Myra Lucretia Taylor, John Ortiz, Adam Brody, Raymond Anthony Thomas
Senaryo: Cord Jefferson, Percival Everett
Müzik: Laura Karpman

Cord Jefferson'ın Percival Everett kitabı Erasure'dan uyarlayarak senaryosunu yazdığı, Jefferson'ın ilk kez yönetmen koltuğuna oturduğu American Fiction, özellikle Amerika'da çok önemli bir sorun haline gelen ama Amerika dışında daha evrensel boyutlarda da karşılığı olan bir meseleye kendi penceresinden bakan bir film. Çok satmayan kitaplar yazan bir yazar olan Thelonious 'Monk' Ellison, küfür, argo ve hiçbir yere varmayan günlük konuşmalarla dolu "siyah" dilini kullanan ifade biçimleri ve kitaplardan kâr eden düzenden bıkmış bir entelektüel. Son zamanların en çok satan kitaplarından biri de genç siyah bir yazar olan Sintara Golden'ın bu türde yazdığı ve bu mantıkla pazarlanan "We's Lives In Da Ghetto". Katıldığı kitap fuarında en çok ilgiyi bu kitap görünce, son yazdığı kitabı bir türlü basılmayınca, üstüne ders verdiği kurumdan birazdan bahsedeceğimiz bir sebepten dolayı uzaklaştırma alınca memleketine dönen Monk, orada doktor kız kardeşi Lisa, plastik cerrah erkek kardeşi Cliff ve Alzheimer başlangıcından muzdarip annesiyle buluşur. Beklenmedik bir trajik olay ve annesinin evinin karşısında oturan çekici avukat Coraline yüzünden orada kalması daha uzun sürecektir. En İyi Film, En İyi Erkek (Jeffrey Wright), En İyi Yardımcı Erkek (Sterling K. Brown) En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Müzik dallarında Oscar adaylığı olmak üzere genellikle ABD festivallerinden 160'ın üzerinde adaylık, 50'nin üzerinde ödül kazanan American Fiction, bunlardan En İyi Uyarlama Senaryo Oscar'ını almış, adeta bir hiciv madeni gibi konusuyla çok iyi bir komedi dram dengesi tutturmuş filmlerden.

Amerikan toplumunun dil yozlaşması özelinde ve kültürel yozlaşma genelindeki rantı keşfeden yayın, müzik ve film endüstrisinin kurduğu sömürü düzeni, her türlü vasata olan ilgi ve övgüyü besliyor. Sırf yazarı siyah diye niteliksiz kitapların çok satması, o kitapların film uyarlamaları için girişimlerde bulunulması, üstelik bunu yapan yayıncıların, yapımcıların ve yönetmenlerin çoğunun beyaz olması artık yaygın bir durum. Alt sınıfa hitap eden, yoksul, mazlum, öteki bireylerin klişe yükseliş hikayelerinde ve onların dili yozlaştırmalarında hemen her toplum benzer yaklaşımları ve istismarları tecrübe etmekte. Kitap, film, dizi artık format ne olursa olsun buradaki satış potansiyeli bilimin, sanatın, akademik içeriklerin sahip olduğundan çok daha fazla. Monk ve onun gibi bu işleyişten rahatsız olan azınlığın kabullenemeyişleri bir şeyleri değiştirmiyor. Film, bu durumu Amerika ile sınırlı tutarak oradaki afro amerikan hassasiyetlere bakmak amacında. Amerikan polisinin siyahlara yönelik önyargılı ve şiddet hevesli olması, buna bağlı olarak "Black Lives Matter" hareketinin yükselişi, politika, spor, sanat gibi her alanda siyah kenetlenişi (ve bir yan etki olarak alınganlığı) yeni sayılabilecek toplumsal bir  duyarlılık "modası" da başlattı. Hatta "Oscar so white" adında bir hareket yüzünden, sırf kampanyası yapıldığı için hak etmediği düşünülen siyah oyuncular aday gösterildi, ödüller aldı, hak ettiği düşünülen siyah isimler görmezden gelindi.


Bazı hassasiyetlerin zorlamalığı, ikiyüzlülüğü, politik doğruculuğu gerçek hayata o kadar entegre oldu ki, samimiyet ve akım arasındaki farkı ayırt etmek refleksi de köreldi. Bir siyah olarak Monk, ders verdiği sınıfta tahtaya içinde "nigger" kelimesi geçen bir eser adı yazdı diye beyaz bir öğrencinin popülist baskısına maruz kalıyor mesela. O sahne Monk'un tavrından ötürü "bir siyah olarak ben bile bu kelimenin ders esnasında kullanılması gerekliliğinden rahatsız olmuyorsam, bir beyaz olarak sana ne oluyor" cümlesini seyircinin kafasında kurdurmayı başarıyor. Irkçılık karşıtı olmanın yarattığı buna benzer popülizm örneklerinin vasatı övme seviyesine varması önemli bir paradoks. "Halk bunu istiyor" argümanı da ne yazık ki doğru. Çoğunluk vasatı seviyor ve övüyor. Sintara Golden'ın sokak diliyle yazdığı kitabın popüler bir bestseller olmasındaki anlamı bir akademisyen yazar olarak kabullenemeyen Monk'un merak edip kendisi de takma bir isimle bu tarz bir kitap yazması, bu kitabın da bestseller olması, üstüne popüler bir Hollywood yönetmeninin filme uyarlama teklifi, süreci bizzat tecrübe etmesini sağlıyor. Hikayenin bu hızlı başarı aksı biraz absürt görünse de asıl amaca hizmet eden bir yapıda. Monk'un apar topar yazdığı (adını da "Fuck" diye değiştirdiği) kitabını farklı bir personayla yayınlama süreci çok hızlı işliyor. Hatta kaçak bir mahkum yazar dümeni de bizzat yayıncı tarafından uyduruluyor. Tüm bu illegal tasarlamaların, vasatlığın, sokak dilinin günümüz edebiyat dünyasındaki satma gücü karşısında hayretler içinde kalan Monk, "ne kadar saçmalasam o kadar çok kazanıyorum" diyerek durumunu çok iyi özetliyor.

Filmin günümüz siyah - beyaz eşitliği/eşitsizliği paradigmalarına modern edebiyat üzerinden bakışı zeki, komik, ana akım, bağımsız ve potansiyellerle çevrili bir karışıma sahip. Potansiyel demişken, ne zaman karşı karşıya gelecekler diye beklediğimiz Monk ve Sintara diyaloğu filmin en iyi sahnelerinden birini oluşturuyor. Siyahların "potansiyelinin" Sintara'nın "potansiyel, insanların önlerindeki şey yeterince iyi olmadığında gördükleri şeydir" karşılığından da anlaşılabileceği üzere, ne kadar entelektüel olursa olsun, Monk gibi insanların bile bilinçaltında siyah kültürünün, sanatının, toplumsal yapılanmasının potansiyel olarak kaldığı, "yeterince iyi olmadığı" görüşü varlığını hep sürdürüyor. Kölelik çağından gelen, özellikle 70'lerde Nixon, 80'lerde Reagan ile ivme kazanan ırkçılığın sebep olduğu "her türlü kötülüğün kaynağı siyahlar" kodlamasını Amerikan toplumundan bir anda söküp atmak, bağnaz zihinlerde önyargıların kökünü kurutmak o kadar kolay değil. Bu ötekileştirmeye karşı geliştirilen, köklerinde merhamet ve üstünlük izlerine bile rastlanabilecek popülizm samimiyetsizliğine karşı bağışıklık geliştirdiğini sanan, ama hala siyahları "potansiyel" olarak görmekten kurtulamayan Monk ve Monk gibiler için müesses nizama uymanın yollarından biri de kendi kültürünün ya da genel anlamda toplumun vasata olan ilgisine yaslanmak. Monk akademisyenliğinden, yazım stilinden, hatta kişiliğinden ödünler vermeye başladığı andan itibaren popüler olmaya, para kazanmaya, itibar görmeye başlıyor. Bu durumun evrensel boyutlardaki yansımalarına ırk, dil, milliyet fark etmeksizin hepimiz şahidiz.


Everett'in kitabı ve Jefferson'ın senaryosu bu hiciv yoğunluğu içine bir eve (ve geçmişe) dönüş hikayesi de almış. Ama bu benzemezliği farklı iki kanaldan götürmeyi de becermiş. Monk'un Alzheimer pençesindeki annesi Agnes, doktor kız kardeşi Lisa, plastik cerrah olan erkek kardeşi Clifford, avukat komşusu Coraline, evlerinin emektar çalışanı Lorraine de filmin diğer karakter parçalarını oluşturuyor. Bu parçaların Monk ile olan ilişki dinamiklerinin, Monk'un yukarıda saydığımız edebiyatın popüler / entelektüel dinamikleriyle olan derdi arasında organik bir bağ bulunmuyor. Bu anlamda bazen dağınık bir görüntü verse de olduğu gibi kabul etmek güç olmuyor. Keza, özellikle siyah kültür ve edebiyatı üzerindeki vasatlık hevesi ele alınırken zaman zaman eleştirdiği şeye dönüşmesi, yer yer karikatürize olması, önemli aşamaları oldu bittiyse getirmesi, belki de bir uzun metraj filme dönüştürülme sürecindeki sıkışmışlığın sonucu olabilir. Sonuç olarak American Fiction, mizahını, zekasını, edebi ve kültürel meselesini ifade edebilmiş bir film. İsminin Thelonious olması nedeniyle 1917-1982 yılları arasında yaşamış Amerikalı efsane caz piyanisti ve besteci Thelonious Monk'un "Monk"uyla anılan Thelonious Ellison rolünde izlediğimiz Jeffrey Wright, ketum görünen performansına ustalıkla dram ve mizah sığdırıyor. Oscar adaylığı dışında en bilineni Film Independent Spirit olmak üzere çeşitli festivallerin gözden kaçırmadığı bu performans, 2023'ün en özel ve filmin değişken ruh hallerine en uygun işlerinden biri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder