6 Şubat 2013 Çarşamba

Pieta (2012)


Yönetmen: Kim Ki-duk
Oyuncular: Jo Min-soo, Lee Jeong-jin, Woo Gi-hong, Kang Eun-jin, Lee Myeong-ja, Heo Joon-seok
Senaryo: Kim Ki-duk
Müzik: In-young Park

Tefeciler adına çalışan zalim Lee Kang-do, patronlarının alacaklarını ödeyemeyen esnafı türlü yöntemlerle sakat bırakarak bu borçları sigortadan alacakları paradan tahsil etmektedir. Kimsesi olmayan ve yalnız yaşayan bu gözü kara adamın karşısına bir gün bir kadın çıkar ve annesi olduğunu iddia ederek yıllar önce onu terk ettiği için özür diler. Kang-do başta kadına inanmaz. Annesine dair bir anısı yoktur, hatta onu hatırlamaz. Ama bu gizemli kadına bağlandıkça içindeki anne özleminin gücünü fark eder. Zamanla daha acı başka şeylerin farkına da varacaktır.

Güney Kore sinemasının kendi ülkesinden çok uluslararası festivallerinde beğeni toplayan usta yönetmeni Kim Ki-duk’un Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan kazandığı Pieta, anlatım olarak 2006’daki Time’ın tempolu ve sert dramına yakın bir çizgi üzerinde yürüyen bir yapıda. Genel olarak Ki-duk’un minimal anlatımından farklı bir konumda olan bu iki filmi, kalitesinden ödün vermeden ana akıma göz kırpan daha anlaşılır bir dil kullanma eğiliminde olan yapımlar. Kendi adıma Ki-duk’un bu eğilimlerini, kimi zaman fazla şiirsellik içinde kaybolmaya meyletmiş durağan filmlerine tercih ederim. Time’da çok çarpıcı yansımalarını gördüğümüz, sadece görüntüsüyle değil diliyle de konuşan Ki-duk’un “öteki” sayılabilecek bu yüzü Pieta’da bir defa daha kendini gösteriyor. Bununla birlikte yönetmenin Güney Kore sinemasının arızalı aile ilişkileri, intikam gibi popüler temalarının cazibesine biraz daha kapıldığı seziliyor.


Çeşitli filmlerindeki hikaye özgünlüğüne sahip olmayan Pieta’da Güney Kore sinemasının bu minvalde kendi klişesini doğurmuş tercih ve yöntemler sahne almaya başlıyor. Bununla birlikte konumu iyi belirlenmiş iki ana karakterin ve içine girdikleri sürecin önemi sanki iyi etüd edilmemiş gibi durmakta. Örneğin yıllar önce kendisini terk etmiş annesini karşısında gören Kang-do’nun karakter dengesizliğini bu terk ediliş sonrası geri dönüşün yol açtığı psikolojik yaralara vermemiz gerekiyor. Kang-do’nun yeni tanıdığı bu kadını kısa sürede annesi olarak benimseyip sahiplenmesini de annesiz büyüme psikolojisine. Ama öyle bile olsa sanki bu hususta ikna sorunları mevcut. Aynı şekilde filmdeki hayati kırılma noktasının yumuşak geçişi, tahmin edilebilir bu dönüşümü bir “twist” gibi sunmuyor. Belki de bu Kim Ki-duk’un bilinçli bir tercihidir ve bunu abartmanın gerekli olmadığını düşünmüştür. Fakat herhangi bir Güney Kore yazar / yönetmeninin bile kolayca tasarlayabileceği bir hikayeyi, aynı tahmin edilebilirlikle filme almak, Ki-duk’un ayağına ufak gelen bir ayakkabıyı giymeye çalışmasına benziyor.

Bir tavşan ya da bir yılan balığı sembolleri üzerinden karakterlerin yalnızlığına, çaresizliğine yapılan göndermeleri taze yönetmenler bile zahmetsizce akıl edebiliyorlar. Bu tip sembolleri karakterlerle özdeşleştirmek bazı ifade biçimleri dahilinde tembellik olarak dahi adlandırılabilir. Aynı şekilde intikam motivasyonlarının sıradanlığı ile intikam planının orijinalliği arasında kurulan zıtlık da Kim Ki-duk markası altında bir kez daha can buluyor. Sözkonusu intikamın alındığı sahnede yaşanan belki de tek orijinallik, olası bir yanlış anlamanın (ve onun yol açacağı daha trajik hamlelerin) son anda yanlış anlama olmaktan çıkarılış biçimiydi. İş işten geçtikten sonra gerçeğin anlaşılmasıyla Ki-duk’un çektiği kareler ve Lee Kang-do’nun meçhule yol alan tercihi filmi daha anlamlı kılıyor. İntikamın sebep olduğu vicdan, arınma ve empati duygusunu aktarabilmek için ortada fazla engel kalmıyor. Parçaları çok iyi birleştirebilen bir sinemacı olarak Kim Ki-duk, iki başarılı oyuncusuyla birlikte, dağıtılması için özel bir çaba gerekmeyen parçaları manevi huzura giden acılarla örülü yolda yine zahmetsizce birleştiriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder