11 Şubat 2013 Pazartesi

Seven Psychopaths (2012)


Yönetmen: Martin McDonagh
Oyuncular: Colin Farrell, Sam Rockwell, Christopher Walken, Woody Harrelson, Tom Waits, Abbie Cornish, Olga Kurylenko, Zeljko Ivanek, Harry Dean Stanton, Gabourey Sidibe, Amanda Mason Warren, Long Nguyen, Michael Pitt, Michael Stuhlbarg
Senaryo: Martin McDonagh
Müzik: Carter Burwell

Seven Psychopaths” adındaki senaryosu üzerine çalışan yazar Marty (Colin Farrell) yazma sıkıntısı çekmektedir. Zira elinde sadece senaryonun adı ve psikopatlardan ilki olan bir budist rahip fikri vardır. Oyuncu seçmelerine katılıp sürekli olay çıkaran Marty’nin kankası Billy (Sam Rockwell) ise, karısı kanser tedavisi gören yaşlı dolandırıcı Hans (Christopher Walken) ile birlikte evcil köpekleri kaçırıp sahiplerinden fidye tırtıklayan iki kişilik bir çete kurmuştur. Ama ikili bu defa farkında olmadan psikopat mafya babası Charlie’nin (Woody Harrelson) tutkuyla bağlı olduğu Shih-Tzu cinsi köpeği Bonny’yi kaçırınca işler sarpa sarar. Olaylardan hiç haberi olmayan Marty’de çılgın dostu Billy yüzünden işin içine girmiştir.

2004’te kısa filmi Six Shooter ile Oscar kazanan, 2008’de ilk uzun metrajı In Bruges ile Orijinal Senaryo Oscar’ına aday olan harika bir suç filmine imza atan İngiliz oyun yazarı ve yönetmen Martin McDonagh’ın yazıp yönettiği ikinci filmi Seven Psychopaths, genel kanı üzerine In Bruges kadar iyi bulunmamasına rağmen ilginç senaryosu, katmanlı suç örgüsü ve güçlü oyuncuları ile McDonagh büyüsünü sürdürüyor kanımca. İki tetikçinin Tarantino’nun kulaklarını çınlatan diyaloğu ile açılan ve aynı çınlamalarla sonuçlanan girizgahın ardından yazar tıkanıklığı yaşayan Marty ve onun delişmen arkadaşı Billy ile tanışıyoruz. Marty’nin yazmaya çalıştığı, Billy’nin de ona kendi üslubuyla destek olduğu “Seven Psychopaths” senaryosundan hareketle filmin gerçek zamanına dahil olacağını beklediğimiz Yedi Psikopat ile tanışmaya başlayacağımızı düşünürken, McDonagh ilginç bir yöntem izliyor. Her ne kadar tanıtılan bazı karakterlere “1 Nolu Psikopat”, “2 Nolu Psikopat” gibi etiketler yapıştırsa da aslında gerçek niyetinin bu olmadığını anlamaya başlıyoruz.


McDonagh filmine sürekli yeni karakterler ve hikayeler ekleyerek senaryosunun boyutlarını arttırmaya çalışıyor. Ama bunu yaparken merkezi karakterlerini ve onların içine düştükleri klişe suç örgüsünü dönüştürme çabaları da gösteriyor. Tam olarak neye ve nasıl dönüştüreceği ise pek kestirilemiyor. Çünkü filme eklediği hayali ve gerçek karakterlerle psikopatlık üzerine hem derinlemesine hem de yüzeysel çıkarımlarda bulunuyor. Özellikle filmde anlatılan Quaker Adam, Vietnamlı Rahip ve Maggie gibi üç farklı psikopat profilinin hikayeleri çok etkileyici. Her birinden birer kısa film bile çıkabilecek (hatta Maggie ve Zachariah ikilisinden ayrı bir uzun metraj bile yapılabilir) bu üç hikayenin McDonagh tarafından kah bölünerek, kah bir çırpıda anlatılışı filme sihirli dokunuşlar gerçekleştiriyor. McDonagh bu hikayeleri filmin tuhaf fidye işleyişine değil, kendini bir anda bu işleyişin içinde bulan Marty’nin bir türlü yazılamayan, Billy ve Hans’ın ilginç fikirleriyle renklenen tasarım aşamasındaki senaryosuna iliştiriyor. Ancak sanıldığının aksine sıkıcı bir “film içinde film” durumundan ziyade, yolunu fazla şaşırmadığını düşündüğüm bir “senaryo içinde senaryo” durumu var.


Bu durumun yolunu şaşırmadığına dair fikrimin dayanağı ise In Bruges’de hissedilen McDonagh tarzının alaycılığı gerçekliklerle bütünlemeye yatkın yazım biçimi. Kimilerine akıcı, kimilerine bunaltıcı gelebilecek bazı diyalogların güzergahı belirsiz ilerleyişi bir şekilde amacına ulaşıyor sanki. Bazı diyalogların büyüsü, karizması, komedisi veya dramı (Hans’ın yolun ortasında mafya babasının sağ kolu Paulo ile girdiği diyalog gibi) basitliğinde saklı. Parktan köpekleri çalıp sahiplerinden ödül koparmak, seri katilleri avlayan seri katiller olmak, senaryoya ilham olsun diye gazeteye “psikopat aranıyor” ilanı vermek, ölmek üzere olan birinin gözünün içine bakarak en çarpıcı biçimde “peşini orada da bırakmayacağım” mesajı vermek gibi orijinal sayılabilecek fikirleri senaryosuna yedirebilen McDonagh, klişeleri kullanarak belirsizleşmeyi de çok iyi beceriyor. Kimin ne zaman öleceğini ya da ölüp ölmeyeceğini, akıbetinin ne olacağını kestirebilmemizin önünü almaya çalışıyor. Ama ne kadar becerikli de olsa, merkezi hikayesini fazla kalabalık tutması ve Amerika’yı (haliyle oranın bazı raconlarını) mesken edinmesi yüzünden biraz kestirilebilir, biraz da ana akıma yakın hale getiriyor filmini.

Filmin görkemli oyuncu kadrosu arasında başrol olarak görünen Colin Farrell’i bile geride bırakan Sam Rockwell ve Christopher Walken öne çıkıyor. Özellikle de Walken’ın bugüne dek yardımcı erkek oyuncu kontenjanından aday olmuş isimlerin o iz bırakan performanslarından hiçbir eksiği yok. (Ama kendisi Oscar adayları arasında bile değil!) Woody Harrelson da filmin adına yakışır biçimde bir kara komedi psikopatı olarak iyi iş çıkarmakta. Bu dört ismin dışında gerek afişte, gerekse cast diziliminde adı geçtiği için heyecan yaratan Abbie Cornish, Michael Pitt, Harry Dean Stanton, Olga Kurylenko, Zeljko Ivanek ve Gabourey Sidibe gibi isimler filmin içinden sadece şöyle bir geçiyorlar. Ama o geçenler içinde biri var ki, o da benzersiz müzisyenliği yanında az sayıdaki filmlerde göründüğü kısa rollerde bile harita gibi suratını olağanüstü ses tonuyla bütünleyip bunu karizmatik ve abartısız bir oyunculuk gösterisine dönüştüren Zachariah Rigby rolüyle Tom Waits


Martin McDonagh, ilk filmi In Bruges’deki gibi aslında başrolde kendisinin bulunduğunu Seven Psychopaths’da hissettirmek istememiş diyebiliriz. Fakat bu durum, güçlü bir kalem olarak her iki filmine de sanki bir roman uyarlamasıymış havası vermesini engellemiyor. Zira filmin satır araları In Bruges kadar dolu olmasa da etkileyici. Quaker Adam’ı Hans’a, Vietnamlı Rahip’i 1963'te Saigon'da Amerikan yönetimine tepki olarak kendini yakan Budist rahip Thich Quang Duc’a, tövbeyi intikama, yazma kabızlığı yapan büyük şehri ilham veren çöl atmosferine bağlayan McDonagh, ana karakterlerinden kopmadan yan karakterleri ve bu bağlantıları filmine renk katması için kullanıyor. Yine de onun senaryoları In Bruges gibi küçük ama kendi küçüklüğü içinde bir bilgelik saklayan suç filmlerine çok daha iyi gidiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder