28 Kasım 2011 Pazartesi

Face/Off (1997)


Yönetmen: John Woo
Oyuncular: John Travolta, Nicolas Cage, Joan Allen, Alessandro Nivola, Gina Gershon, Dominique Swain, Nick Cassavetes, Colm Feore
Senaryo: Mike Werb, Michael Colleary
Müzik: John Powell

Aksiyon üstadı John Woo ile Face/Off öncesi tek tanışıklığım, VHS döneminde olmuştu. The Killer, Hard Boiled gibi nice eskidikçe değerlenen ve belirli bir kitleye hitab eden filmleri John Woo isminde birinin yönetmiş olmasıyla hiç alakalı değildim. O zamanlar ismini akılda tutmakta dahi zorlandığım Chow Yun Fat’ın karizması yeterliydi. Hoş, akılda tutmak gibi bir gayret de yoktu. Ne zaman ki Tarantino keşfedildikten ve bir fenomene dönüştükten sonra, onun video arşivinin vazgeçilmez parçalarını Woo filmlerinin oluşturduğunu öğrenmek açıkçası promosyon etkisi yaptı. Zaten bu aralar üzerinde Tarantino yazan her şey iyi ciro yapmakta. Akabinde gerçekleşen Hollywood transferi ve stil yaratan aksiyon teknikleriyle bezeli filmlerle olay geldi Face/Off’a dayandı. Woo’nun satırbaşı filmlerini izlemiş olanlar için Face/Off pek çok tanıdık sahne içermekte. Gina ve Castor’un küçük Adam’ı kulağındaki walkman ile polis baskınından ağır çekim eşliğinde kurtardıkları nefis bölüm, iyi ve kötünün birbirlerinin suratına dayadıkları tabancalar, barış timsali güvercinler, ağırçekimle çift tabancalı yürüyüşler ve daha sürüyle ayrıntı, günümüzde bile cepten yenen malzemeler.

John Woo aksiyonları yalnız Tarantino’ya değil, Tony Scott’a, Wachowski biraderlere, Chemical biraderlere, James Wan’a, son zamanların James Bond’una, Cem Yılmaz’a ve yeni yetme aksiyonculara ilham kaynağı olmuştur. Van Damme’lı Hard Target ve Travolta/Slater’lı Broken Arrow’dan sonraki Face/Off, yine John Travolta ile Nicholas Cage gibi iki jönün başı çektiği, hasılatın altından girip üstünden çıkan, kendi formüllerine sahip, ama her zamanki gibi Amerika’nın yeniden keşfettiği zımba gibi bir filmdi. Travolta’nın filmde Castor Troy olarak söylediği gibi, iyi ve kötünün sonsuz savaşının işlendiği milyarlarca filmden biri olması, kuşbakışı bakıldığında filmi klişe gösterebilir. Çoğu yönden öyle zaten. Ancak filmin içerdiği dramatik tat ve fantastik, sıra dışı konusunun sağladığı iyi-kötüye felsefi bakışı Face/Off’u diğer benzerlerinden oldukça ayırıyor. Bununla da kalmıyor. Tıbbi bir fanteziyi gerçekleştirmesinin yanında pedagojik (Castor’un, Sean’ın kızına kendini savunsun diye kelebek tabir edilen bıçağı kullanmayı öğretiş biçimi mesela!), dinsel, astrolojik ve hatta mitolojik okumalara da sahip. Önce sözü Mitoloji servisimize bırakalım:


Yunan mitolojisinde, tanrılar tanrısı Zeus ile Truvalı Helen’in annesi olan Sparta kraliçesi Leda’nın ikiz çocukları olan Castor ve Pollux, Truva savaşında omuz omuza çarpışmışlardır. (Filmde Castor’u Nicholas Cage, Pollux’u Alessandro Nivola oynuyor.) Fakat filmin aksine Pollux güçlü kardeş iken, zayıf olan Castor’dur. Savaşta Castor ölünce Pollux, babası Zeus’a “hani biz ölümsüzdük, ben kardeşimi isterim “ diye yalvarıyor. Aynı yalvarışı Jüpiter’e de yapınca iki kardeş gökyüzünde İkizler Takımyıldızları yapılarak onurlandırılıyor. Esasen Travolta’nın canlandırdığı Sean Archer’ın Archer’ı, Sagittarius The Archer, yani Yay savaşçısı (veya Okçu), Zodiac’ta bulunan takımyıldızlardan biri olup, Gemini ile tamamen zıt bir durumdadır. Gemini ise Castor ve Pollux’un başı çektiği takımyıldızının adıdır. Yani namı diğer İkizler Burcu. Archer’ın neden Castor ve Pollux ile anlaşamadığı da anlaşılıyor böylece. Süper! Bunun yanında, kilise sahnesinde, Sean kılığındaki Castor’un İsa taklidiyle iyi ile kötünün kilisede hesap saatinin geldiğine dikkat çekmesi, devamındaki takip sahnesinde Castor’un kötülük simgesi kırmızı, Sean’ın iyilik sembolü beyaz deniz motorlarını seçmesi onlar için tesadüf, Woo için değil. Sean’ın karısı rolündeki Joan Allen’in adının Eve (Havva), Castor’un sevgilisi Gina’dan olma oğlunun isminin Adam (Adem) olması da yorumlara ardına kadar açık.

Face/Off, mantıken değerlendirmesi hazımsızlık yapabilecek bir film. Zira filmde sadece yüz değil, neredeyse başlı başına bir vücut nakli yapılmış. Yoksa Travolta’nın o meşhur çenesini hangi cerrah ordusu Cage’e yapıştırabilir? Sean, Castor iken, Sean’ın göğsündeki ölen oğlunun hatırası olan yara izini filmin sonunda doktordan geri istemesi de bu mantıksal garipliğe bir örnek. Sanki geçici dövmesi silinmiş de geri istiyor. Ama bu gariplikleri silip, önyargısız izlenmesi gereken, gerçekten saygı duyulası bir film Face/Off.. Onu saçma bulan insanlardan soğuduğum bir filmdir aynı zamanda. Bize suratın önemini anlatır. Ya da suratsızlığın!.. Daha çok, iyi ve kötünün yer değiştirdiğinde sahip olduklarını değerlendiriş biçimlerini ve bu yer değiştirmenin avantaj-dezavantaj boyutlarını göstermeye çalışan gerilimli, aynı zamanda heyecanlandıran bir tecrübe olarak görmek gerek.


Felsefi boyuta hiç değinmedik. Can düşmanınızın bedeninde olduğunuzu düşünün. Bu bile yeter. Filmde aynaların oyununa geldiğimiz müthiş bir sahne var. Yüzleri yer değiştirmiş Castor ve Sean, çift taraflı bir aynanın iki yanında birbirlerini öldürmek için beklemektedirler. Kısa ve anlamlı bir konuşmanın ardından ikisi aynı anda dönüp ateş edecekken boy aynasında aslında kendilerine ait olmayan yüzleri görmeleri, hani şu sözün bittiği anlardan biridir. Mask’ta, dostumuz Rocky’nin komik aynaları ile birlikte bu sahne, benim aynalara duyduğum saygıyı sonsuz kılmıştır.

Travolta ve Cage’i hem iyi, hem kötü adam olarak bu kadar verimli kullanmış olan kaç film var? Ortasından izlemeye başlamış birine asla izah edemeyeceğimiz bu dilemmatik durum için seçilmiş oyuncular daha iyi olamazdı. Hele yapımcıların Sean Archer-Castor Troy rolleri için önce Arnold Schwarzenegger-Sylvester Stallone’u düşündüklerini öğrenince insanın yüz kasları şekilden şekle giriyor. Neyse ki projeye getirilen John Woo olaya el koymuş. Travolta-Cage ikilisinin yanına Joan Allen, Gina Gershon gibi iddiasız ama tam yerinde seçimler, filmin çapına uygun düşmekte. Aynı yapımcılar bu bayanların yerine kimleri düşünüyordu acaba? Fimde ayrıca Sasha’nın abisi kel insan irisi Dietrich rolüyle izlediğimiz full karizma Nick Cassavetes, The Notebook, John Q ve başrolünü Travolta ile Sean Penn’in oynadığı She's So Lovely’nin de genelde bağımsız takılan yönetmenidir.

John Woo’nun Hollywood macerasında Face/Off’un ve onun kadar olmasa da Mission Impossible II’nin haricinde (orada da değişen yüzler, görkemli ağırçekimler ve güvercinler vardı) dişe dokunur bir hadise olmadığı kanaatindeyim. Son dönemlerdeki Windtalkers ve Paycheck’in Woo filmleri olduğuna inanmak istemiyorum. Ama bu, onun bir sonraki hamlesi için her daim pusuda beklemek zorunluluğu hissettiğim güzel insanlardan biri olduğu gerçeğini asla değiştiremez.

2 yorum:

  1. bu kadar detayın olduğunu bilmiyordum. saf aksiyon olarak gördüğüm bir filmdi. güzel bir yazı olmuş, teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Güzel bir inceleme yazısı olmuş. En azından bana tekrar izlettirecek kadar güzel. :)

    YanıtlaSil