Yönetmen: Marc Forster
Oyuncular: Daniel Craig, Olga Kurylenko, Mathieu Amalric, Judi Dench, Giancarlo Giannini, Gemma Arterton, Jeffrey Wright, Jesper Christensen, David Harbour, Joaquín Cosio
Senaryo: Paul Haggis, Neal Purvis, Robert Wade
Müzik: David Arnold
Devir değişince James Bond da değişiyor. Alışmak lazım. Casino Royale’den sonra ben alıştım mesela. Gerçi bir Bond bağımlılığım ve haliyle ona alışmamı gerektirecek bir durum da yoktu. Bond külliyatına baktığımızda Sean Connery’nin anıtsal duruşunun inkârı hiçbir babayiğitin harcı değildir elbette. 70’lerden 80’lere uzanan Roger Moore hegemonyası çok fenaydı yalnız. Ne Joe, ne de Avarel olabilmiş Timothy Dalton’u pas geçersek, İngiliz asaletini Moore günlerinin ruhsuz Bond’lu günlerine bir nebze döndürmeyi başaran Pierce Brosnan ile yeniden ivme kazanan Bond kavramı, 2002’de Brosnan’ın ceketini alıp gitmesiyle ve aynı sene nereden çıktığı belirsiz tıfıl bir ajan olan Jason Bourne’un bir anda sivrilişiyle sorgulanmaya başlandı. Bourne serisine ait herhangi bir filmin eleştirisinde niye James Bond adın geçtiğini anlayamasak da, bunu sadece meslektaş olmalarına bağlamak durumundayız. Çünkü Bourne bambaşka bir ajan tipi ve Bond ile adının yan yana gelmesi bana göre bir talihsizlik.
İşte tam burada devreye Daniel Craig giriyor. Amerika’nın ajan tipine getirdiği yenilikçi, gerçekçi ve evet, sert bakış açısına cevaben İngiliz Bond’un kendisini yenilemesi kaçınılmazdı. Tamam da sarışın Bond neyin nesi oluyor? Şekilciliği sadece bizim toplumumuza özgü sanırdık. Fakat iyi bir karakter oyuncusu olarak bilinen Daniel Craig yeni Bond olarak seçildiğinde, sarışın Bond, siyah bir Amerika başkanı kadar tartışıldı neredeyse. (Şimdilerde siyahi Bond geyiği yapılıyor. Benim adayım Afrika kökenli bir İngiliz olması itibariyle Chiwetel Ejiofor olurdu herhalde). Değişen tek şey saç rengi de değildi üstelik. İşgüzar eleştirmenler tarafından Bourne’un birkaç adım gerisine düşmek durumunda bırakılmış Bond’un kimlik/kişilik olarak da kendini yenilemesi, değişen şiddet eğilimleri bünyesinde biraz daha sertleşmesi gerekiyordu. Nitekim ihale Craig’e kaldı. Fena mı oldu? Hiç de değil. Sanılmasın ki engin bir Bond kültürüne sahibim. Ama hepsinden biraz tatmış biri olarak Marvel mamülleri misali dünyayı kurtarmaya oynamayan, Casino Royale’in başlarındaki o müthiş takip sahnesindeki gibi kan ter içinde kalabilen, hareket halindeki her kadınla yatmayan, aşık da olabiliyormuş dedirten, işkence bile görebilen bir Bond’u günümüz şartlarında çok daha kolay benimseyebiliyorum. Hatta diyelim ki, Bond gibi olmayan bir Bond görmekten memnunum.
Bond ezberinin bozulmuşluğu açısından en ufak bir şikayetim olmaz. Bu tip durumlarda film ne kadar alıp götürüyor ona bakarım. Casino Royale’in götürdüğü yer çok mu mühimdi? Değildi. Ama o bir “ilk”ti ve film olarak tüm negatif eleştirilere rağmen bir şeyler başardı. Bond kimliğinde çok değişiklikler yaptı. Fanatik Bond hayranları (onlar kim bilmiyorum, öyle birileri var mı onu bile bilmiyorum) bu durumu nasıl karşıladılar umurumda değil açıkçası. Ben Daniel Craig bünyesinde gördüğüm James Bond’u hem görüntü, hem de radikal değişiklikler anlamında sevdim. Bu beni bir Bond fanatiği yapmaz belki ama her yeni filmini izlettirir en azından.
İşin Bond tarafı çok fazla meşgul ettiğinden, Marc Forster gibi yönetmenlerin dokunuşları geri planda kalıyor. Bu adamın aksiyon yanını hiç görmedim. Ama Bourne çizgisinde bir Bond yapılanmasına ihanet ettiğini düşünmüyorum. Bond’u o yola sokanların istediği de tam olarak bu olsa gerek. Çünkü devir değişti. Mesela benim gibi önceden Bond filmlerine sadece fazlalıktan ibaret devam filmleri olarak bakan bir kitlenin ilgisini çekmeyi başardı sanki. Üstelik High School Musical: Pilav Günü türü nereye gideceği belli devam filmleri formatını kambur edinmemiş, zamanın gereklerini benimsemiş, intikam kuşanmış, devam etmemiş bir devam filmi olma yolunu seçmiş bir Bond, kişilik sahibi yönetmenlerin ellerinde çok daha anlamlı şekilde önündeki maçlara bakacaktır diye düşünüyorum. Sean Connery hakkın rahmetine kavuştuğu gün bile belki Bond filmi çekilmeye devam edilecek. Bu açıdan bakıldığında Bourne’un haklı olarak elde ettiği ajan karizmasına, doğru ellerde vücut bulmuş bir Bond’dan ona göre cevaplar gelecektir.
Çektiği bir sürü naif filmin ardından Marc Forster'ın Bond yorumu için ne diyeceğiz? Benimki de dahil, bu sayfadaki yorumlar bizzat Bond ekolü ile filmin kendisi arasında. Artık Craig-Bond tartışmasının şu saatten itibaren pek bir kıymeti yok. Yeni Bond çağa uymuş ve bunun sonucu olarak aksiyon yönünden bir Jason Statham veya Bruce Willis filmi izlemekten aman aman farklı değil. Konu olarak da nükleer saldırılar, demir perde tehditleri, panzehiri elinde tutan zehir tacirleri yerine, makul bir öngörü olarak petrolden daha kıymetli olan suyu kontrolü altına alma gayreti içindeki bir kötü adam güncellemesi yapılmış. Aslında sadece çağa uygun bir "konu" güncellemesi söz konusu. Yoksa kötü adamın, Bond kızının, hava-kara-deniz üçgeninde vuku bulan kovalamacaların değiştiği falan yok. Forster da sanki bu Bond geleneğini bozma çabası içinde değil de, onu bir de kendi yorumuyla perdeye aktarma fantazisini gerçekleştirmiş. Çocukluk, ergenlik, gençlik çağlarında hayran oldukları bir kahramanı, ilerde eli kamera tutan bir yönetmen olunca filme almayı düşleyen ve bu düşünü gerçekleştiren yönetmen çok. Forster'ın Bond'a karşı böyle bir duygusallık besleyip beslemediğini bilmiyorum. Fakat tam da besliyormuş gibi çekmiş bu filmi. Klasik Bond dönemlerinin romantizmi ile 2000'lerin katı anlayışının karışımı olmuş biraz. "Bond, James Bond" repliksiz bir Bond filmi çekmek, bana göre işte tam da bu karma kültürün eseri.
İdollerinin filmini çekme fırsatı, bütçesi, kadrosu ellerine geçtiğinde böyle karmaşık bir denklem içine düşüyorlar zannımca. Sadece Forster için konuşmuyorum. Bazen de alışıldık tarzlarına mola verip kendi limitlerini görme amaçlı farklı tarz sorumluluklarının altına girmeye eğilimli olabiliyorlar. Her iki durumda da Forster'ın James Bond tiplemesinden yepyeni bir beste üretmesi beklenmemeli. Konu James Bond olunca temelde kimseden beklenmemeli böyle birşey. Artık tarih olmuş Batman'i bile yeniden yorumlayıp onu bir sanat eseri haline getirebiliyorsanız, onu farklı kılacak özelliklerle donatmanız gerekir. Bond'un tek farkı, Bond'u oynayan aktörün değişiyor olmasından ibaret. Craig ile yakalanan "katil ve aşık Bond" rüzgarı, süper kahraman olmayan becerikli bir saha ajanının oradan oraya atlayıp zıplamasından ibaret kalmış. Bir Forster sever olarak, Forster'ın yönetmiş olmasını fazla kafama takmıyorum. Zira kendisi tarz kaçamaklarını seven bir yönetmen. Quantum of Solace da tam bir kaçamak olmuş: Hızlı, dolambaçsız ve ruhsuz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder