21 Aralık 2010 Salı

Diary Of The Dead (2007)


Yönetmen: George A. Romero
Oyuncular: Joshua Close, Michelle Morgan, Scott Wentworth, Joe Dinicol, Shawn Roberts, Amy Ciupak Lalonde
Senaryo: George A. Romero
Müzik: Norman Orenstein

Zombi, ya da daha kibar bir tabirle “ölü” insanlarla alakalı korku filmlerinin gurusu George A. Romero’nun yeni filmi Diary Of The Dead, büyük çoğunluğu son zamanların favori tekniği olan hareketli kamera ile çekilmiş, aralara belgeselimsi yorumlar serpiştirilmiş bir film. Bu teknikle zombi filmlerine sözde yenilik getirmiş görünmek istemesine rağmen son derece basit ve basmakalıp bir kurtulma öyküsü, yine o bildik ürkütme numaraları ile modern çağın kitle iletişim unsurlarına göndermeler, insanoğluna insanlığı ile ilgili eleştiriler bir kazana atılıp öylesine karıştırılmış. Ama bunların hedefi vurduklarını söylemek benim açımdan pek kolay olmadı. Çünkü filmin korkutma işlevi, internet merkezli modern iletişim anlayışı ve insanın hayatta kalma savaşı arasındaki kan uyuşmazlığını çoğu izleyen fark edebilir. Oysa bir film birbiriyle alakasız görünen meseleler arasında örümcek gibi ördüğü ağlarla pekala bir şekilde bunları ilişkilendirebilir. Diary Of The Dead’in böyle bir film olduğunu düşünmüyorum.

Zombi geleneği dışında kafasını bozan meseleler belli ama bunları bu film ile derleyip toparlama işlevi zayıf. Hem de başroldeki Jason’ın her daim açık kamerasıyla çektiği görüntülerin bir arkadaşı tarafından belgeselleştirilmiş kurgusuyla bize izletildiğinin söylenmesine rağmen. Yani söylenildiğine göre biz Jason’ın kamerasından olma, kurgu masasından doğma bir TV belgeseli izliyoruz. Öğrenci belgeseli kılıfına karşın gayet net çekilen sahneler, karakterlerin ifadelerine yapılan aklıbaşında zoomlar ve şiddet sahneleri açısından öngörüsü yüksek, tehlikeler karşı –sanki önceden ne olacağını biliyormuş gibi- hazırlıklı “uncut” tutumuyla belgesel taklidi yapamayan, bir sinema filmi olduğunu unutturmayı beceremeyen bir film. Hareketli kamera odaklı bir belgesel olduğunu iddia ettiğinden böyle bir unutturmayı hedef aldığını düşünerek gerçeklik savunusunda bulunduğu için gerçek görünemeyen bir film.


İşin teknik yanı dışında vermek istediği mesaj(lar)a değinelim. İnternet ve medya başlığından hareket noktası belirlemiş bir zombi filmi, iletişim çağının zombi istilası sonrası nasıl bir faaliyet içine girdiğinin ve medyanın haber alma/verme fonksiyonunun bu istila sonrası nasıl bir rota çizdiğinin kısa kısa analizleri yapılıyordu sanki. Fantastik bir istila olduğundan özellikle medya işlevi konusundaki tespitleri ile film belli bir slogan frekansı yakalıyor. Ama bu didaktik tutumu diğer meselelerine de sıçrattığı vakit bana göre biraz arıza çıkarıyor. Ele aldığı tüm konular ve onları ele alış biçimi bir yana, peki şu “kurtarılmayı hak ediyor muyuz” hikayesi nedir? Filmin tümüyle bağlantısı veya finalde filmin tümünü derleyip toparlayan bir son nokta olduğuna inanmamız neden isteniyor? Zombilerin aslında insan mı yediklerini yoksa sadece ısırdıklarını mı hala tam olarak idrak edememiş benim gibi izleyiciler varsa onların cevaplaması daha zor olacaktır. Zombi filmleri ağırlıklı bir kariyeri tercih etmiş Romero’nun topyekün bu filmlerle vermek istediği kolektif bir mesaj var mı diye düşünüyor insan. Çünkü her filmde farklı bir konuda öyle ya da böyle sunulmak istenen bir mesaj vardı. Burada birden fazla var. Ama sanki toptan ele aldığımızda varılmak istenen bir ana fikir beklentisi doğabiliyor. Bu kadar zombi filmi için sırf iş olsun diye emek ve mesai harcanmaz ne de olsa. 

Şimdi Diary Of The Dead’in mesajı “kurtarılmayı hak ediyor muyuz” ise bana göre bunda bir tuhaflık var. Mesele eğer bu ölülerin zamanla normal insanlar tarafından atış tahtası muamelesi görmeleri, aşağılanmaları, öldürülmeleri şeklinde istismar edilmeleri meselesi ise, insan zalimliğinin daha sağlam bir zeminde işlenmesi için zombileri doğru seçimler olduğundan şüpheliyim. Bir Shaun Of The Dead veya Fido izlemiyoruz. Kendini belgesel olduğu tesciliyle ciddiye alan bir yaşayan ölüler filmi içinde insan ırkının hayatta kalma mücadelesi işleniyor. Yağma, karaborsa, haraç gibi yolsuzlukları felaket anlarında fırsat bilmiş insan iğrençlikleri veya kurtulduktan sonra zombileri av objesi haline getirmiş zihniyetlerin karşısına dikilmiş “kurtarılmayı hak ediyor muyuz” cümlesi her insanın bedenine uymuyor. Etrafı yirmi aç zombi tarafından çevriliyken bir insanın kurtarılmayı hak edip etmediğinin hesabını yaptığını sanmıyorum. İyi veya kötü her insan kendisinin kurtarılmaya değer olduğunu düşünür. Fakat o insanın karakter rengine göre bizim fikirlerimiz değişebilir. Ama benim algıladığım bir açıya göre ortada garip bir benzetme var.


Şimdi zombiler burada insan ırkının vahşetinin belgesi sayılan soykırımların, katledilen fok balıklarının, ticareti yapılan insanların, terör ve yağma mağduru masum insanların yerine mi konmak isteniyor? Eğer öyleyse ciddi bir eşleştirme-özdeşleştirme sakatlığı söz konusu. Bir tarafta sevabıyla günahıyla kurtarılmayı hak edip etmediği tartışılan insan, diğer tarafta amacı sadece zarar vermek olan, öldürmek, ısırmak, yemek olan dirilmiş ölüler var. Zombiler kanalıyla insan vicdanına bu şekilde saldırmak çok acayip. Aslında bu durum tam da, neredeyse tüm kariyerini yaşayan ölüler üzerine kurmuş Romero’dan beklenen duygusal bir bakış açısı. Bıkıp usanmadan benzer filmler çeken yönetmenin hala aynı temada bu kadar ısrarcı olması bir yerden sonra “acaba bunun altında ne var” dedirtiyor. Bu ruh halini anlamaya çalışalım. Çünkü bunca zaman bu yaratıklarla yatıp kalkan bir adamın duyduğu sempati, bazılarına tuhaf gelse de anlaşılabilmeli, fakat aynı sempatiyi duymayanların varlığı da kabul edilmeli. Bu kadar zaman bu insandan bozma yaratıkları kötü gösterip, hatta bu filmde de yine öyle yapıp, sonrasında normal insanların belki de biraz intikam nesnesi haline getirdiği zombilerden çıkarak “biz de masum değiliz aslında” demenin mantığı bana pek uymadı. Doğrudan insanı hedef alan ve bunu dolaylı yoldan ifade eden eleştiri estetik bir tutumdur. “Çevreyi kirletiyorsunuz, hayvanları ve birbirinizi öldürüyorsunuz, çalıyor çırpıyorsunuz, size her şey müstahaktır” demenin yolu “zombiler yesin sizi de görün, kurtarılmayı hak etmiyorsunuz işte”den geçiyor ona göre. Tüm duyarsızlıklarımıza karşı kesilen cezanın zombiler tarafından öğün haline getirilme ile sonuçlanması bana çok çocukça geliyor. “Zombiler burada şunu şunu temsil ediyor” diye sembol arayışına girmek de çok zorlama geliyor.

Saçlarından asılmış zombi kadın üzerinde atış talimi yapan insanlar, aynı şeyi gerçek hayatta birbirlerine de yapıyorlar. Hadi insan-zombi karşılaştırmasını bırakalım, aynı şeyi canlı kedi köpek üzerinde de deniyorlar. Fakat ben gerçekte varolmayan, insanla beslenen çirkin bir yaratığa acımaktansa kedi köpeğe daha çok acıyorum ve “bir köpeğe bunu yapanlar kurtarılmayı hak ediyor mu” diye sorabiliyorum. Dedik ya, herkesin kendine, çevresine ve sahip olduklarına göre kurtarılmayı hak ettiğini düşüneceği sebepleri var. Romero, “kafalarına sıkıp öldürelim ama eziyet etmeyelim” düşüncesi ile, ”canına kast edeni dahi affet, öbür yanağını uzat” arasında sıkışmış izlenimi uyandırıyor bende. Zombileri topluma kazandırmak isteyecek kadar bağlanmış olabileceği şakasını akıllara getiriyor. Belki de Fido gibi bir film çekmesi onun biraz soluklanmasına yardım edebilecek iken o tutup Diary Of The Dead 2’yi çekmeye soyunuyor. Yaşayan ölülerle daha anlatamadığı, gösteremediği ne kaldıysa artık!


Romero
’nun zombi duyarlılığı, kolektif vicdana yönelttiği, cevapları görece sorularla kalmıyor. Günümüz tekno zombilerinin (bkz. 28 Days/Weeks Later) koşmasına, atlayıp zıplamasına da tepki gösteriyor. İstiyor ki bu ölüler onun yıllardır işlediği şekilin dışına çıkmasın, hep otobüs kuyruğunda ilerler gibi hareket etsin. Tarz olarak yenilenmek isterken gelenekler unutulmasın. Romero’nun çektiği filmlerden ilham almış, bu geleneklerden beslenmiş nice iyi yönetmen, hayran duygusallığıyla bu filmin diğer Romero işlerinden farklı olmadığını, aynı ustalıkta olduğunu düşünecektir. Ama neyse ki bu geleneğe bağlılığını belli eden bir çok kalburüstü yönetmen, Romero’nun aksine kendilerini kaçınılmaz bir arayışın içine de sokmaktalar. İyi de yapmaktalar. Film bittikten sonra akan yazılarda gördüğüm küçük teşekkür listesini ilk başta eş, dost ve çırakların kendisine olan hayranlıklarını sürekli deklare etmelerinin ardından bir nevi iade-i teşekkür olarak algılamıştım. Ama sonradan öğrendim ki, filmde araya parça misali sıkıştırılıp duran haber bültenlerini seslendiren isimlermiş bunlar. Hoş bir yardımlaşma örneği tabi. Kendilerini Diary Of The Dead 2’de birer zombi cameosu olarak görmeyi ümit ederim şahsen. Çok daha sıkı bir jest olurdu. Hatırı sayılır bir hayran kitlesi tarafından efsaneleştirilmiş Romero’nun efsaneliğine sözüm olamaz zaten. Ama onun gibi bazı efsanelerin efsanelikleri üzerine muhalif yorumlarda bulunmak, onları hepten tabulaştırmamak da gerektiğini düşünüyorum. Hele de elinize Diary Of The Dead gibi kozlar verdilerse!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder