7 Kasım 2009 Cumartesi

Tony Manero (2008)


Yönetmen: Pablo Larrain
Oyuncular: Alfredo Castro, Paola Lattus, Héctor Morales, Amparo Noguera, Elsa Poblete
Senaryo: Alfredo Castro, Mateo Iribarren, Pablo Larrain

1970’lerin sonunda Şili’de General Pinochet’nin diktatörlüğü döneminde 52 yaşındaki sıradan bir vatandaş olan Raul’un sıra dışı yaşamından bir kesit izlemekteyiz. Ancak film ilerledikçe Raul’un sade vatandaşlığının sadece yüzeyden öyle görüldüğünü anlamamız uzun sürmez. Raul, dönemin hit filmlerinden Saturday Night Fever’daki John Travolta’nın canlandırdığı Tony Manero karakterini saplantı haline getirmiş, hatta televizyonda düzenlenen ödüllü “Ünlülerin Benzerleri” yarışmasına adaylardan biri olarak katılma hakkı elde etmiştir. Bu yolda önüne çıkacak engellere karşı hastalık derecesinde acımasızdır. Şili’nin içinde bulunduğu kaos ortamında böyle bir portrenin oluşması boşuna değildir. Aslında Raul, bünyesinde yaşamaya çalıştığı politik yozlaşmanın, adaletsizliğin, sefaletin ve acımasızlığın ete kemiğe dönmüş halidir. Gözünü kırpmadan soygun amaçlı adam öldürebilecek, polisin yargısız infaz ettiği ölüleri soyabilecek, sevgilisinin kızına asılabilecek, rakiplerine karşı tahammülsüzlüğünü fütursuzca dışa vurabilecek kadar kişiliksiz bir bireyin, içinde yaşadığı politik iklimle birebir örtüşen varoluşu ile sistemlerin bireyleri nasıl kendine benzettiğinin hesabı çıkarılıyor filmde.

Diktatörlük altında 6 kişilik bir komün yaşam içinde kendi faşizmini yaşayan apolitik Raul’un, etrafındaki kadınların ilgisine rağmen cinsel olarak bir türlü iktidar olamaması da yine çarpık sistemlerin bireye dayattığı rollerin bir yansıması. Bu durum Raul’un Tony Manero hedefini daha da keskinleştiriyor. Olduğu ile olmak istediği arasındaki uçurumun bilincinde olup olmadığını bile anlamamızı güçleştirecek derecede gizemli bir havası var Raul’un. Sıradan, hatta çirkin yüz hatları ile tam bir poker surat olan Alfredo Castro’nun minimal sunumu, Raul’un tüm çıplaklığıyla bu denli anlaşılamaz oluşuna, baskı rejimlerinin tepkisizliği tetikleyişine ve oportünist soğukkanlılığın ürperten ruhsuzluğuna kusursuz bir zemin hazırlıyor. Hatta Castro, fiziken ve ruhen çirkinliğine filmin kattığı tekinsiz havadan doğan merak sayesinde Raul’a tuhaf bir karizma bile katıyor.


 
Adeta tek bir filmin sinefili olan Raul (öyle ki Grease’i bile beğenmiyor), tüm insani tepkilerini Saturday Night Fever’ı izlerken veriyor. Filmi izlerken artık ezberlediği replikleri mırıldanıyor, heyecanlanıyor, ağlıyor, şovu için prova yaptığı anlarda Bee Gees müziği ile başka bir boyuta geçiyor. Onun dışında leş yiyen bir etobur gibi hedefine kilitlenmiş, bezgin, ruhsuz, asabi ve içten pazarlıklı. Neredeyse her sahnede görünen Raul’un yaşadığı hayal aleminin fonunda ise polis infazları, ev baskınları, gündüz vakti sessizliğini bölen biryerlerden duyulan çığlıklar yer alıyor. Komşusu Arjantin’in 76-82 arasında cunta baskısı yüzünden yaşadıklarına paralel biçimde, Şili’de Pinochet yönetiminde yaşananlara coğrafi açıdan yabancı olunması (her ne kadar çoğu ülkenin bir 12 Eylül öncesi var ise de) ve yönetmen Pablo Larrain’in bu yabancılaşmayı bunaltıcı bir atmosfer + kötücül bir karakter yoluyla ifade etme biçimi Tony Manero’yu birçok yönden zor bir film yapıyor. Bu zorluk, benzer biçimde baskı yönetiminin Arjantin’deki faaliyetlerine yakın plan giren 1999 Marco Bechis filmi Garage Olimpo’nun son derece çarpıcı anlatımından kendini uzaklaştırmış olmasından, öyle bir yakın plan anlatımı tercih etmemesinden kaynaklanıyor. Seçilmiş karakterler etrafında şekillenen politik eleştirilerin daha bireysel gerekçelerden de beslenmesi Tony Manero’yu Garage Olimpo kadar kurgusal kılmıyor belki. Fakat kesinlikle en az onun kadar gerçek hale getiriyor.

Baskıcı sistemin Raul gibileri bencil ve vicdansız bir seri katile çevirmesi yanında, Saturday Night Fever fanatizmine benzer Amerikan unsurların, kıtanın güneyine olan etkisi de göz ardı edilemez. Raul’un Tony Manero olmak istemesinin altında belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildiği Amerikan Rüyası’nın peşinde koşması da yatıyor. O rüya ki, kendi vatandaşlarını bile defalarca hüsrana uğratmış, uzaktan kumandası ile başka coğrafyadaki insanları bile tüm kör edici cazibesiyle büyülemiş. Amerikalı, yakışıklı, iyi dans eden film kahramanı Tony Manero’nun, sefalet ve çürümüşlük içindeki Raul için bir kurtulma ümidi mi, yoksa çocuksu ve ergensi ruh halinin kendine seçtiği bir rol model mi, belki de hepsi bir durum söz konusu. Ama onun caniliği ile Manero hayranlığını temsil eden farklı ipler, baskı rejiminin sağladığı aleni öldürme rahatlığı ile özgür Amerika’nın sağladığı gizli emperyalist ruh istilasının tuhaf karışımıyla birbirine bağlanabiliyor.


Havana, Rotterdam ve İstanbul film festivallerinden en iyi film ödülleri almış olan Tony Manero, bir uyanış, bir arınma, bir tövbe filmi değil. Bittikten sonra bile yaşayan, kafalarda devamını çektiren bir yapım. Kötü adamın başrolde olduğu ve kötülüğünün gerekçelerini baskıcı sistemlerin daralttığı çemberlerde bulduğu, karanlık, boğucu, gerilimli bir film. Bütün bunları bir dezavantajlar silsilesi olarak ele alırsak, hepsinin birleşiminden ortaya çıkardığı kimya ile gücünü tescilleyen karaktere sahip. Belki önündeki tek engel ise yine kendisi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder