30 Eylül 2008 Salı

Anamorph (2007)


Yönetmen: Henry Miller
Oyuncular: Willem Dafoe, Scott Speedman, Peter Stormare, Clea DuVall, Amy Carlson
Senaryo: Henry Miller, Tom Phelan
Müzik: Reinhold Heil, Johnny Klimek

New York Polis Departmanı dedektifi Stan Aubray, bir seri katilin işlediği cinayetleri araştırır. Kendini bir sanatçı gibi gören ve cinayetlerini bir resim tekniği olan anamorfoza dayandıran katil, ancak bir bakış açısından cinayeti çözüme ulaştırmak için ipucu bırakır. İncelikle işlenen cinayetler için dedektif ayrıntılı araştırmalara girer ve araştırma çoğaldıkça kendi de cinayetlere bulaşır.

Perspektif kullanarak kompozisyon içinde başka bir şekil meydana getirmeye dayalı Rönesans dönemi resim tekniğine Anamorfoz deniyor. Cinayetlerini bu tekniğe uygun şekilde işleyen bir seri katil de ancak sanat şehri New York’tan çıkardı. Bir seri katil polisiye filmi olarak Anamorph ise, içine dahil olmanın hayli zor olduğu, fakat o zorluğu pozitiflik olarak düşünebileceğimiz bir atmosferde şekilleniyor. Lakin film, her sahnesinde görünen dedektif Stan rolündeki Willem Dafoe da dahil, hiçbir karakterine yakınlık duymamızı, benimsememizi istemiyormuş gibi davranıyor. Bunu da o atmosferin bir getirisi olarak düşünebiliriz belki. Ama bu kez izleyen olarak tutunacak dalımız kalmıyor. Katilin işlediği sanatsal orijinallik barındıran cinayetlere rağmen, yönetmen Henry Miller, adını taşıdığı ünlü yazarın kemiklerini sızlatırcasına çok sığ, hantal ve klişe yöntemlerle bu ilginç projeyi sistemli bir biçimde sıradanlaştırıyor adeta. Herhangi bir heyecan ve gerilim olmamasından bahsetmiyorum bile.
 

Kısacası, bir seri katil yapımında ne olmaması gerekiyorsa hepsi Anamorph’da mevcut. Böyle filmleri sonuna kadar izlememin sebebi genelde yaratmış oldukları ambiyans başarıları ve kör topal götürdükleri hikayelerini bağlayacakları sonuca dair merak oluyor. Çünkü ne kadar yavan da ilerleseler, bazı filmler kendilerini ikinci yarıda veya son yarım saat ya da yirmi dakikada bulabiliyor, o ana dek anlatmış oldukları gerekli gereksiz sahneleri / diyalogları anlamlandırabiliyorlar. Ne var ki seçmiş olduğu türü -kaçınılmaz olarak- entelektüel bakış açısıyla yorumlamak ve sonunu bu açıya göre şekillendirmek yerine, sorunlu dedektif, onun vicdanını rahat bırakmayan eski bir trajik dava, Carl gibi bıçkın ve yüzeysel bir dedektif partner, katilin saplantı haline getirdiği dava üzerindeki dedektif, son dakika müdahalesi gibi küflenmiş seri katil klişelerinden bir demetle aslını ortaya koyuyor.

Düşük bütçelerle çekildiği ve tanıtımı yapılmadığı için adı sanı duyulmamış bir sürü filmde rol alacak kadar egosuz tiyatro kökenli Willem Dafoe, burada olduğu gibi hiçbir ekstra çaba göstermeden de ekranı doldurabilen bir karizmaya sahip. Nerede The Boondock Saints’in o hiperaktif dedektifi, nerede bir kamu kuruluşunda çalışan dedektif Stan Aubray… İşte oyuncunun büyüklüğü bazen kılını bile kıpırdatmadığı rollerde dahi kendini belli ediyor. Ama yine iş dönüp dolaşıp Henry Miller’ın zayıf kalemine kalmış. Dafoe’nin yapacağı da bir yere kadar. Miller’ınki öyle bir zayıflık ki, katilin anamorfoz yöntemini neden tercih ettiğini, kurbanlarını hangi kıstaslara göre belirlediğini dikkate almadığı gibi, film bitince anlıyoruz ki bunları sadece iş olsun diye koymuş. Amacı, daha önce hiç denenmemiş bir seri cinayet yöntemi hakkında film yapmak, sanatsal kaygılarını bu janrın üzerinde denemekmiş. Bana göre bunda tepeden tırnağa başarısız. Bu haliyle seri katil yapımlarının kötü bir röprodüksiyonu olmaktan öte gitmiyor. Bu yüzden filmden aklımda kalan yegane replik “bazen bir çember, sadece bir çemberdir” oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder