Yönetmen: Ernst De Geer
Oyuncular: Asta Kamma August, Herbert Nordrum, Andrea Edwards, David Fukamachi Regnfors, Moa Niklasson, Simon Rajala
Senaryo: Ernst De Geer, Mads Stegger
Müzik: Peder Kjellsby
Vera ve André çifti birlikte geliştirdikleri kadın sağlığı uygulamasını saygın bir yarışmada tanıtma fırsatı yakalamışlardır. Bu önemli sunumdan önce Vera sigarayı bırakmak için hipnoterapi seansını denemeye karar verir. Terapiden sonra beklenmedik bir şekilde Vera'nın sosyal çekinceleri ortadan kalkar, kendini daha rahatlamış, hafiflemiş hisseder. Ne var ki mizacından farklı davranmaya başladığı için hem sunumu, hem de André'yi zor durumda bırakacak kadar tuhaf davranışlar sergiler. Senaryosu Mads Stegger ve Ernst De Geer'e, rejisi yine De Geer'e ait Hypnosen, kara mizahı dramla harmanlayan, yer yer sinir bozucu, rahatsız edici, ilişkiler hakkında seyirciyi zor seçimlere iten etkileyici bir ilk film. Özellikle Vera'nın hipnoterapi sonrası gösterdiği davranışlar üzerinden etkili çatışmalar kuran, bu sayede seyirci olarak genelimizi André yanında konumlandıran bu anlatım, Vera adına utanmanın hissiyatını tattırmaktan keyif alıyor adeta. Hatta bu tavrını birkaç yerde André'ye de uyarlayarak Vera için düşündüklerimizi André üzerinde de test etme fırsatı sunuyor. Böylece cinsiyet eşitliği sağlayarak ilişki dinamiklerinden doğan marazları hipnoz temasının ötesine taşıyor. Sevgi, sorumluluk, sosyalleşme, özgürlük kavramlarını ikili ilişkiler sınırları içinde, zaman zaman dışına da taşırarak birbirine çarpıştırmak suretiyle ifade ediyor. Vera'nın tekinsizleşmesiyle yaratılan gerilim, kimi zaman anlaşılır, kimi zaman da kestirilemez oluşuyla dramatik bir kaygan zemin meydana getiriyor.
Filmin kendi zemininde meydana getirdiği bu kayganlık, "başkasının adına utanmak" duygusunu o kadar iyi pekiştiriyor ki, hem Vera, hem André, hem de seyirci sık sık kayıp düşüyor. İşte düşme ile hissedilen şaşkınlık, komiklik ve ince dram aslında filmin duygusunun da kısa bir özeti adeta. Vera'nın mizacından farklı davranmaya başlamasıyla onu çok seven André'nin düştüğü zor durumların yarattığı psikolojik gerilim de eklenince film kendine gerçekçi bir kimlik oluşturuyor. İşte kaygan zeminde seyreden bu gerçekliğin ilişkilerdeki fedakarlıkları, bencillikleri, sevgiyi, nefreti, ihaneti ve sadakati test edici yönlerine ufak dokunuşlar yapan film, adını aldığı hipnoz olgusunda saklı mesajına da çok güzel bir zemin hazırlıyor. Hipnoterapi görmüş insanların sanıldığının aksine gündelik hayatlarında hipnotize olmuş bir şekilde dolaşmadıkları, sadece psikolojik olarak daha özgür, daha dobra, daha içten bir ruh haline bürünebildikleri ihtimali üzerinde duruluyor. Kişinin seansa ne derece hazır olduğu, ne ölçüde verim aldığı, asıl amacına nasıl ve ne zaman ulaşabileceği gibi değişkenler üzerinde durmaktansa, numune olarak alınan Vera üzerindeki hızlı ve etkili sonuçlarına bakıyor. Hepimizin kişiliği farklı kalıplardan oluşmakta. Çizgilerimiz, sınırlarımız, ilkelerimiz, kriterlerimiz var. Zamanla tüm bunlar belli bir çoğunluğa ulaştığında toplumsal ve dokunulmaz hale geliyorlar. Yasalaşıyor, kanunlaşıyor veya mahalle baskısı dediğimiz bir tür zorbalığa evriliyorlar.
Zamanla sosyal, cinsel, ahlaki kodlar oluşuyor. İçlerinden biri bu kodları farklı girdiğinde ya da doğrudan reddettiğinde ise ötekileştirilmeye mahkum ediliyor. Ama bunu göze alamayan geniş kitleler ne kadar istemeseler, ne kadar kişilik özelliklerine ters düşse de sisteme boyun eğmeyi kanıksıyor, bu kodları içselleştiriyorlar. Bazı durumlarda devreye giren uyarıcılar, bilinçaltını harekete geçirmek suretiyle bireye özgüven, cesaret ve zihin serbestliği sağlayınca, tüm o bastırılmışlıklar yüzeye çıkmaya başlıyor. Hipnozun da bu uyarıcı etkenlerden biri olduğu savını hesaba kattığımızda Vera'nın davranışlarındaki tuhaflığın aslında Vera'nın normalliği olabileceği ihtimali üzerine okumalar yapabiliyoruz. Hipnozun bireyi tuhaf bir robota mı çevirdiği, yoksa kalıpları değiştiren bir araç mı olduğu tartışmasına bu küçük hikaye ile dahil ediliyoruz. Vera'nın daha önce yaşadıkları üzerine verdiği tepkileri aslında daha farklı karşılayabileceği, hipnoterapi sonrasında sergilediği davranışların, bu önceki tepkilerini telafi etmek istemesinin bir sonucu olduğu, kısacası hipnoterapinin belirli ölçülerde bir uyanışa sebep olabileceği gibi çıkarımlarla karşılaşıyoruz. Kişinin bireysel ya da sosyal değerlerinde yer edinmiş dürüstlüğün, açık sözlülüğün ön saflara geçmesine sebep olan modern bir terapi yönteminin sunduğu zihin açıklığının, pratikte o bireyi zor durumlara sokabildiği ironisi de senaryonun özünde kendine yer buluyor.
Bastırdığımız o kadar çok şey var ki, bazılarının açığa çıkmasından korkarak ömür boyu kendimize saklıyor, bazılarını da açığa çıkarabilmek için uyarıcı, tetikleyici unsurlara ihtiyaç duyuyoruz. Aslında normal kişilik özelliklerimiz böyle olmasa da zamanla bu ket vuruşlardan kendimize yeni kişilikler inşa etmeye başlıyoruz. Normalimizin altında başka normaller ve anomaliler saklanmaya başlıyor. Hipnoz gibi farklı yöntemlerin ortaya çıkardıklarının birer utanç gibi görünmelerinin sebebi biraz da bu. Zihnimizi özgür bırakarak yaşayamamızın yıpratıcılığı çok üzücü. Hayatımızın her anında üzgün üzgün dolaşmamak, topluma karışmak, onun içinde daha rahat ve güvenli hareket edebilmek için bu saklamaları, ket vurmaları, sınırları kendi normalimiz haline getiriyoruz. Hypnosen bu açıdan insan psikolojisindeki kör noktalardan birine böyle mütevazi ve etkili bir temasta bulunduğu için iyi bir film. Aynı mütevazilik rejisinde ve başrolleri Asta Kamma August ile Herbert Nordrum'un performanslarında da görülüyor. Avrupa ağırlıklı bazı festivallerde sessizce birkaç ödül ve adaylık alarak yolculuğunu bitiriyor. Fırtınalar koparmıyor belki. Ama psikolojinin puslu kalmış bir noktasına böylesi bir kara mizah tonuyla dokunmasıyla, psikolojik dengesizlik dediğimiz şeyin perde arkasına bakma girişimiyle, seyircisinin sinir uçlarıyla oynamasıyla, onlara kişisel bastırılmışlıklarının muhasebesini yaptırma potansiyeliyle kıvamını buluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder