23 Şubat 2017 Perşembe

13th (2016)


Yönetmen: Ava DuVernay

"Uyuşturucuya karşı savaşta asıl amaç siyahları hapsetmekti. 1968'teki Nixon kampanyasının ve onu izleyen Nixon Beyaz Sarayı'nın iki düşmanı vardı: Savaş karşıtı sol ve siyahlar. Savaş karşıtlığını veya siyah olmayı yasa dışı ilan edemeyeceğimizi biliyorduk. Kamuoyunun hippileri esrar, siyahları ise eroin ile özdeşleştirmesini sağlayarak ve her ikisine de suçlu muamelesi yaparak bu toplulukları parçalayabildik. Liderlerini tutukluyor, evlerini basıyor, toplantılarını durduruyor ve akşam haberlerinde onları kötüleyebiliyorduk. Uyuşturucular hakkında yalan söylediğimizi tabii ki biliyorduk."
Nixon yönetiminden bir görevli


Ava DuVernay'in yönettiği Netflix belgeseli 13th, Amerikan anayasasının 13. maddesindeki "kolelik ve rızasız hizmetkarlık, mahkumlar hariç tutulmak suretiyle kaldırılmıştır" maddesinden hareketle, ABD'nin kölelik tarihine, yıllar içindeki dönüşümüne, ırkçılığa ve adalet sistemine kapsamlı bir bakış atıyor. İstismar edilmeye son derece müsait olan bu madde, sözde siyah ırkı özgürleştirmiş gibi görünse de, aslında köleliği çok daha farklı bir boyuta taşımış, adeta yasallaştırmıştı. Bu maddeyle köle ekonomisinin yüksek getirisinden mahrum kalacak olan ABD yönetimlerinin sistematik olarak köleliği destekleyici tutumlarını, 1915 yapımı Birth Of A Nation gibi filmlerle, çıkarılan yasalarla ve basın yayın organlarındaki taraflı yayınlarla beyaz kamuoyu oluşturma çalışmalarını inceliyor. Kağıt üzerinde kalkan kölelik sonucu birer tehdit olarak algılanmaktan kurtulamayan siyahların toplu halde tutuklanmalarının, böylelikle 13. madde sayesinde tecrit altında tutulup ucuz işgücü olarak sömürülmelerinin, günümüze kadar uzayan bir süreç olduğu kanıtlarla vurgulanıyor.

Daha önceleri "nigger" diye aşağılanan siyah ırk, özellikle Richard Nixon döneminde "law & order" (kanun ve düzen) ve "criminal" (suçlu) kelimeleriyle kastedilerek üstü kapalı şekilde hep hedef gösteriliyor. Uyuşturucu ile mücadele olarak tanımlanan ve bütünüyle siyahlara tahvil edilen her türlü suç, ırkçılığın kamuflajı olarak kullanılıyor. Böylelikle onları hapse atmak daha kolaylaşıyor. Nixon ile ivme kazanan, devamında ise Ronald Reagan tarafından yasalarla ve uygulamalarla iyice körüklenen bu devlet ırkçılığı, hapishane nüfusunun artmasına, bu nüfusun büyük yüzdesini de siyahların oluşturmasına ortam hazırlıyor. Öyle ki, özgürlükler ülkesi ABD dünyadaki nüfusun %5'ine, mahkumların ise %25'ine ev sahipliği yapıyor. Bu mahkumların %40'ı ise siyahlardan oluşuyor. 1972 yılında 200.000 olan hapishane nüfusunun 2016'da 2.3 milyon olması arasında geçen süreyi detaylarıyla değerlendiren DuVernay, bu artışın birdenbire olmadığını, bilinçli politikalarla ve türlü rant arayışlarıyla şişirildiğini kanıtlıyor.

Bush güruhu, işlerine gelen bu durumu değiştirmeye çalışmadığı gibi, ırkçılığı destekleyen güney lobisini daha da güçlendiriyorlar. Bill Clinton ise 1994'te çıkan bir suç yasa paketiyle polis kuvvetlerini yetki alanı genişlemiş biçimde militarist bir güce dönüştürdüğü gibi, suç tanımlarındaki dengeleri ağırlaştırarak hapse daha çok insan girmesini kolaylaştırıyor. Yıllar sonra Clinton'ın bu hatasını kabul etmesi, parçalanan hayatları geri getirmiyor. Üstelik o zaman kendisine destek veren Hillary Clinton'ın bu durumu kendi başkanlık kampanyasına alet etme ve siyah sivil toplum kuruluşlarından oy devşirme kurnazlığı da dikkat çekiyor. Öte yandan, neden insanları hapsetmenin bu kadar önemli olduğuna dair kimimizin bildiği, kimimizin bilmediği çok çarpıcı bir meseleye dikkat çekiliyor: Hapishane ekonomisi! Hatta hükümetlere yakın nüfuzlu pekçok şirketin yaptığı lobiler, verdikleri ekonomik vaatler ve ortak çıkarlar yüzünden politikacılar hapishane nüfusunun bir kişi bile azalmaması için ellerinden geleni yapıyorlar.


"Hapishane Endüstriyel Kompleksi" terimi, topluca hapsetme sistemi ve şirketlerin bundan kar elde etmesi anlamına geliyor. Özel hapishane işletmeleri, çok çeşitli dallarda verdikleri hizmetler sayesinde milyonluk sözleşmeler yapıyorlar. Paralarını aldıkları için de hizmetin kalitesini umursamıyorlar. Hapishane içi kadar dışından da elde edilen muazzam karlar söz konusu. Cezaevleri ile özel şirketler arasındaki ortaklıklar, mahkum işgücünü sömürmek suretiyle sağlık, iletişim, yiyecek, giyim, savunma, bilişim gibi pekçok sektörde kendini gösteriyor. Mesela mahkumlara telefon hizmeti sunan Securus Technologies bir yılda 114 milyon dolar kar elde ediyor. Yine Unicor adlı küçük bir şirket tek başına yılda 900 milyon dolarlık iş yapıyor. Microsoft, Boeing, Victoria's Secret gibi tanınmış markalar da işin içinde. Şirketler bu milyarlarca dolarlık ekonomiye yatırım yapmak için sıraya giriyor. Kazan - kazan ilişkisi sayesinde kimse bu ekonominin yasallık derecesini sorgulamıyor. Tek kaybeden mahkumlar oluyor. Üstelik onların yemeklerinden kurt çıkıyor, yakınlarıyla telefon görüşmelerinden çok yüksek ücretler alınıyor, insanlık dışı muamele görmeye devam ediyorlar. Bu iş gücü hiç tükenmiyor. Tam tersi yıllar geçtikçe daha da artıyor. 13. madde sayesinde mahkumlar üzerinden muazzam karlar elde ediliyor.

Ava DuVernay, bu 13. maddenin sadece ceza hukuku yönünden açmazlarını ele alacak diye beklerken, aslında korkunç boyutlara varan zincirleme etkilerini de bölüm bölüm ele alarak dört dörtlük bir filme imza atıyor. Aralarında akademisyen filozof, yazar ve aktivist Angela Davis'in de bulunduğu toplum bilimciler, hukuk insanları, eski mahkumlar, akademisyenler her bölüme mükemmel katkılar sağlıyorlar. Birth Of A Nation filminin ırkçılığı körükleyen anlayışından, günümüz Trump iktidarının ırkçı söylemlerine varana dek arada değişen pek birşey olmadığını, sadece daha modern kalıplara oturtulmaya çalışıldığını görmek, üstelik bu köle düzeninin sadece Amerika'ya ait olmadığını yakın örneklerle hatırlamak dünyanın her yerindeki seyirciye düşüyor. Bölümler arasındaki geçişlerde hapishane nüfusundaki artış rakamlarının anlamlı rap sözleriyle verilmesi belgesele öfkeden güç alan bir estetik de katıyor. Tarihi, hukuki, insani, siyasi, ekonomik yansımaları birbirine ustaca lehimleyen, aslında bu kavramların birbirine ne kadar bağlı olduğunu bir anayasa maddesi üzerinden mükemmel okumalarla deneyimleyen 13th, ders niteliğinde beş yıldızlık bir belgesel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder