13 Mayıs 2014 Salı

La Migliore Offerta (2013)


Yönetmen: Giuseppe Tornatore
Oyuncular: Geoffrey Rush, Jim Sturgess, Sylvia Hoeks, Donald Sutherland, Philip Jackson, Dermot Crowley, Kiruna Stamell, Liya Kebede
Senaryo: Giuseppe Tornatore
Müzik: Ennio Morricone

Virgil Oldman (Geoffrey Rush), dünyaca ünlü bir müzayedeci ve tablo eksperidir. Müzayedelerde yakın dostu Billy (Donald Sutherland) ile işbirliği yaparak pahalı tabloları ucuza kapatıp Billy’ye de bundan pay vermektedir. Hiç evlenmemiş olan Virgil’ın aldığı, değerleri milyonlarla ölçülen bu tabloların hepsi kadın portreleridir ve bunları evinin gizli bir bölümünde toplamıştır. Bir gün Claire lbbetson adındaki bir kadından telefon alır. Claire, ölen ailesinden kalan birçok antika eşyaya değer biçmesi için Virgil ile anlaşmak istemektedir. Bunu ölmeden önce babası Claire’den özellikle istemiştir. Başlarda bu işe yanaşmayan, üstelik türlü bahanelerle kendisiyle yüzyüze görüşmekten kaçınan Claire’in tutumundan hoşlanmayan Virgil, Ibbetson malikanesinde bulduğu bazı tuhaf metaller ve en önemlisi agorafobisi olan Claire’in neye benzediğine dair merakı yüzünden işi kabul eder.

Sadece İtalyan sinemasının değil, Avrupa sinemasının yaşayan en usta yönetmenlerinden Giuseppe Tornatore, İtalyan yapımı ama bu kez oyuncuları İtalyan olmayan ve tamamı İngilizce çekilen yeni filmi La Migliore Offerta (The Best Offer) ile muhteşem bir dönüş yapıyor. Bu dönüş, ustanın 2006 yapımı La Sconosciuta sularına dönüşü aynı zamanda. Bu iki film arasına tarihi bir komedi dram olan Baarìa (2009) ve bir belgesel koyan Tornatore, La Migliore Offerta’da gizemini sonuna kadar koruyan sürükleyici bir drama daha adını yazdırıyor. Çok satan bir romandan uyarlanmış gibi duran senaryo, finale kadar sahip olduğu gizemi koruyan kritik müdahaleleriyle aynı anda duygusal ve gerilimli olmayı başarabilen ustalıkta. Müzayedelerde kendi gizli koleksiyonu için gerçek fiyatının altında tablo kapatmasına yardımcı olan Billy ve genç hurda ustası Robert dışında dostu olmayan Virgil'ı kısa sürede tanıyıp benimsiyoruz. Virgil'ın mesafeli ve asabi konumuna rağmen, henüz filmin başlarında doğum gününü yalnız geçirmekte olduğunu öğrenmemiz, aynı zamanda topladığı kadın portreleriyle bu yalnızlığını kutsadığını fark etmemiz, onu filmin başrolü olarak benimsememizin ötesine taşıyor. Başlarda sadece sesiyle filme dahil olan Claire ile filmin esrarengiz yönü, Virgil'ın bu dramıyla beraber akmaya, giderek de bir bütün olmaya başlıyor.


Torrnatore, Virgil'ı bize katı ve bencil bir zengin olarak algılattıktan sonra, gizemli Claire ile birlikte onun yavaş yavaş bu tuhaflığa bağlanışını, zayıf kalışını adeta dantel gibi işliyor. Bir süre sonra Virgil ve Claire arasındaki ürkek ilişkinin gidişatı, filmin tekinsiz bir romantizme yelken açmasına vesile oluyor. Bu tekinsizliği ve romantizmi yer yer kritik benzetmelerle derinleştiren Tornatore, filmin yan başlıklarını ve az sayıdaki yan karakterlerini de Virgil'ın etrafındaki muğlaklığa hizmet etmesi için boyutlandırmaya çalışıyor. Sanat eserlerine (İnsan duyguları sanat eserleri gibidir. / Taklitler tamamen orijinali gibi gözükebilir.), müzayedelere (Bir kadın ile yaşamak açık artırmaya katılmak gibidir. / Teklifinizin asla "en iyi teklif" olup olmadığını bilemezsiniz.), makinelere (Dişli kutuları insanlara benzer. / Birlikte yeterince uzun zaman geçirirlerse en sonunda her biri diğerini kendine benzetir.) yönelik filmin hamurunda bulunan daha nice benzetmeyle edebi yönden sağlanan derinliği anlamlandırmak, o ana yönelik bir refleks gibi görünse de, özellikle finalin ardından tekrar akla geldiğinde daha kolaylaşıyor, tadıyla sindiriliyor.

Filmin aforizmalarından biri olan "her sahte eserde orijinal bir şey saklıdır" göndermesinin karşılığı olarak spesifik bir referans yerine filmin tamamını göstermek mümkün. Zaten bunu en iyi şekilde finalden sonra hissediyoruz. Tornatore'nin sanat ve aşk kavramlarını ilişkilendirme yöntemlerini bu tip benzetme veya "şayet aşk müzayedede satılsaydı" gibi gerçek dışı şart cümleleriyle sık sık duyuyoruz. Ama yönetmen bu betimlemeleri havada bırakmayarak Virgil ve onun çevresinde gelişen tuhaf romantizme yediriyor. Hatta belki de bu yaptığını, filmde geçen "sanat aşkına sahip olmak ve fırçayı nasıl tutacağını bilmek bir insanı sanatçı yapmaz, esrarengiz bir derinliğin olmalı" repliğiyle gerekçelendiriyor. Filmin günümüzde geçmesine rağmen sıklıkla bir dönem yapımını andıran güçlü sanat yönetimine, Jacques Vaucanson örneğinde olduğu gibi bilgilendirici yanına, Ennio Morricone müziklerine, en mühim karakter oyuncularından Geoffrey Rush'ın üstün performansına ve bir sürü mesaj taşıdığı halde hiçbirini birbirine karıştırmayan fevkalade finaline son tahlilde ancak övgüler düzülebilir. En büyük övgüyü de irili ufaklı her filmiyle bambaşka dünyalar yaratan Giuseppe Tornatore hak eder. Zira sinema aşkına sahip olmak, teknik açılardan nasıl film çekileceğini bilmek, kamerayı açılandırmak bir insanı sanatçı yapmaz. Esrarengiz bir derinliği olmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder