19 Ekim 2013 Cumartesi

Gravity (2013)


Yönetmen: Alfonso Cuarón
Oyuncular: Sandra Bullock, George Clooney
Senaryo: Alfonso Cuarón, Jonás Cuarón
Müzik: Steven Price

En son yönettiği distopik macera harikası Children Of Men ile bu türün en yenilikçi işlerinden birine imza atan Meksikalı Alfonso Cuarón, tam yedi yıllık bir aradan sonra senaryosunu oğlu Jonás Cuarón ile birlikte yazdığı Gravity’yi görücüye çıkardı. Uzaydaki Amerikalı bir araştırma ekibinin, Rusların bir protokol gereği kendi uydularını yok etmeleri üzerine sebep oldukları zincirleme tepkimeler sonucu felaketle karşılaşmalarını ve aralarından sadece Dr. Ryan Stone (Sandra Bullock) ve tecrübeli astronot Matt Kowalski’nin (George Clooney) kurtulma mücadelesini işleyen Gravity, Children Of Men gibi geniş kitlelerce sahiplenen bir film olmak yerine seyircilerini ikiye bölmüş bir film olarak dikkat çekiyor. Bunun çeşitli nedenleri var elbette. Belki de en bariz olanı, bir roman uyarlaması olarak hem görsel, hem de felsefi metin yönünden dolu dolu bir yapım olan Children Of Men’den sonra hasretle beklenen Cuarón’un kendisi adına yükselttiği çıtanın sinema severler üzerindeki uzun süreli etkisi olsa gerek.

Gravity görsel ve işitsel anlamda gerçek bir şölen. Zaten hakkında yazılan tüm yazılarda ısrarla IMAX teknolojisine sahip salonlarda izlenmesi yönünde tavsiyeler yer alıyor. Buna katılmamak mümkün değil. Alfonso Cuarón ve yüzlerce çalışandan oluşan teknik ekibi olağanüstü yöntemlerle bezeli mükemmel bir atmosfer yaratmışlar. Bunun hakkını vermek için 3D gözlüklerin takılıp 90 dakikalık bu “deneyim”in yerinde yaşanması gerek. Daha ilk saniyelerden itibaren nefesleri kesen, haliyle seyircisini atmosferine dahil etme konusunda hiç sıkıntı çekmeyen Gravity, detayları çeşitli kaynaklarda mevcut kamera arkasından da anlaşılabileceği gibi bilim kurgu türünün en yenilikçi teknikleri sayesinde unutulmaz hayatta kalma sekansları yaratıyor. Mekik dışında kontrollerini yapan astronotların huzur dolu rutinleriyle başlayan ilk dakikaların bize de yansıyan büyüleyici ruh hali, yerini panik ortamına ve dehşet dolu anların başlangıcına götürüyor.


Seyircisini ilk elden avucunun içine alan Cuarón, oksijeni azalmakta olan Ryan’ın panik içindeki nefes alıp verişine yükleniyor, hatta bununla yetinmeyip kendine yakışır bir plan geçişiyle Ryan’ın astronot başlığının içine kadar girip onun gözüyle etrafa bakıyor. Zaten bulunduğu yerçekimsiz ve oksijensiz ortamı kabullenen seyirci için bu olağanüstü durum müthiş bir içselleşmeyi de beraberinde getiriyor. Aşırıya kaçmamakla birlikte Cuarón yer yer bu POV yöntemine başvurarak dizginleri elinde tuttuğunu hatırlatıyor. Filmin önemli bir yüzdesinin panik anlarından oluştuğu düşünülürse, Ryan’ın kendini mekiğe atmasından itibaren yerçekimsiz ortamın insanı hareket olarak nasıl özgürleştirdiği yönünde huzurla karışık müthiş bir kontrast yaratılıyor. Bu huzur öyle bir boyuta ulaşıyor ki, insan kaç yaşında olursa olsun zahmetsizce cenin pozisyonu alıp ana rahmindeki en masum haline bürünebiliyor.

Mekik dışında gerçekleşen ölümcül bir fırtına misali kaos ortamının mekik içinde de sorunlara yol açmasıyla bir türlü huzur bulamayan Ryan, Alien serisinin efsanevi Ripley’ini anımsatmıyor değil. Fakat buradaki fark, Ryan’ın bir yaratıkla veya bilinmeyen bir güçle savaşması değil, insan hatalarının tetiklediği uzay doğasının hırçınlığıyla mücadele ediyor olması. Üstelik Ripley’nin hayatta kalma mücadelesi belki de dünyanın artık dünya olmadığı uzak bir gelecekte geçiyorken, Ryan’ın içinde bulunduğu mekikte oradan oraya uçuşan basit dünyevi nesneler bile bir şeyler anlatıyor. Ryan’ın mekiği kurtarmak için tekrar dışarı çıkıp mermi hızındaki uydu parçalarının uçuştuğu fırtınaya yakalandığı sahne ise tek kelimeyle muhteşem. Elbette olmazsa olmaz şans faktörünü de göz ardı etmeden Ryan’ın hayatta kalma mücadelesinin en görkemli anlarından biri olan bu sahne, dehşetin boyutlarını biraz daha anlamamıza sebep olan, aynı zamanda filmin bilim kurgu lezzetini sürrealist bir tablo misali boyutlandıran nitelikte.

Hakkında yapılan yorumlar neticesinde seyirciyi ikiye bölen Gravity’nin elle tutulur bir senaryosunun olmadığı iddiası, Children Of Men ile yapılan kıyas sonucu çürütülmesi zor görülüyor. Ama bu hatalı kıyas, Gravity’nin sadece bir hayatta kalma serüveni, hatta belki de kapsamlı bir bilim kurgu senaryosu finalinin yaklaşık 70 dakika kadar uzatılmış hali olarak görülmesine yol açabilir. Oysa yaşamın imkansız olduğu uzayda, yaşam ve ölüm arasında kalmış insanoğlunun hayatta kalma içgüdüsüne yapılan vurguların felsefi verileri inkar edilemez. Belki Cuarón, bazen doğum ile ölüm kavramlarına fazla doğrudan, tahmin edilebilir ve derinliksiz yaklaşıyor görünebilir. Dramatik yönden baş karakterinin kayıplı geçmişinden nemalanan klişe bir altyapıya bel bağlamış olabilir. Ancak üzerindeki ağırlıklardan kurtulunca cenin pozisyonuna geçmenin, kendi gözyaşının boşlukta süzülüşünü görmenin, o gün öleceğini bilmenin, bu bekleme sürecindeki yalnızlaşmanın sonucu telsizde duyulan bir köpekle karşılıklı havlaşmanın insan psikolojisindeki karşılıklarını bulabilmek çok önemli.


Bu aşamaya gelirken bir dolu kötü filmden geçen Sandra Bullock’un tek kişilik performansı göz doldururken, George Clooney’nin Hollywood’daki nüfuzunu kullanarak bir şekilde bu filmin bir parçası olmak için yamandığını düşünüyorum. Zira filme pek bir katkısı olmadığı düşüncesindeyim. Özellikle filmin ikinci yarısındaki Ryan’ın yalnızlığını yıpratma eğilimindeki “geçerken uğrayan” o tek sahnesine gerek bile yokmuş. Gravity’nin destansı görselliğinde önemli pay sahibi usta görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki ve yine bu epik yapılanmaya olağanüstü katkılar sağlayan müzikleriyle Steven Price, Alfonso Cuarón’un görkemli dönüşüne eşlik ediyorlar. İnsanoğluna hep çekici gelen yerçekimsiz ortamın tersine, bizi kendine çeken görünmez bir gücün aslında hayatımızda ne kadar değerli olduğunu vurgulayan anlamlı finali ile Gravity, sırtını afili cümlelere, sloganlara bağlamamış, eşsiz görsel / işitsel tasarımlarıyla onları düşünmeyi ve anlamlandırmayı seyircinin zihnine bırakmış filmlerden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder