27 Eylül 2013 Cuma

World War Z (2013)


Yönetmen: Marc Forster
Oyuncular: Brad Pitt, Mireille Enos, Daniella Kertesz, James Badge Dale, Ludi Boeken, Fana Mokoena, David Morse, Peter Capaldi, Pierfrancesco Favino, Ruth Negga, Moritz Bleibtreu, Elyes Gabel, Sterling Jerins, Abigail Hargrove, Fabrizio Zacharee Guido
Senaryo: Matthew Michael Carnahan, Drew Goddard, Damon Lindelof
Müzik: Marco Beltrami

Önce Max Brooks’un kitabı World War Z’yi beyaz perdeye uyarlayan kadroya bakalım. Matthew Michael Carnahan (The Kingdom, Lions For Lambs, State Of Play), Drew Goddard (Buffy The Vampire Slayer, Cloverfield, The Cabin In The Woods) ve Damon Lindelof (Lost, Cowboys & Aliens, Prometheus, Star Trek Into Darkness). Bu üçlünün katkıda bulunduğu senaryolardan çeşitli izler taşıyan World War Z, kısaca hızla yayılan bir virüsün sebep olduğu salgın sonucu zombiye dönüşmeye başlayan dünyaya karşı ayakta kalmaya çalışanların mücadelesi şeklinde özetlenebilir. Filmle ilgili eleştiriler de ikiye bölünmüş durumda. Hollywood’un Amerika merkezli felaket senaryolarının, dünyaya yayılmış bir kurtarma operasyonu çerçevesinde ele alınışı ne yazık ki yine ve yeniden Amerika’nın dünyayı kurtarma yavanlığı barındırıyor.

Carnahan’ın, her ne kadar bir miktar tarafsız gözle bakmaya çalışsa da Amerika’nın dünya üzerindeki siyasi rolünün büyüklüğüne kendini kaptırmış duruşu, Goddard’ın vampir / zombi / yaratık mevhumlarıyla bozmuş aklı, Lindelof’un ise bir yazım ekibi olmaksızın tek başına ayakları üstünde duramayacağına inandığım çakma senaristliği kafa kafaya verince ortaya çıkacak filmden (kitaba ne ölçüde bağlı kalındığını bilmeden) fazla ümitli olmamak gayet normal. Zira her yönüyle Amerika ve kankalarının dünyanın geri kalanına ders verir nitelikteki karar alma mekanizmalarının, siyasi manevralarının ve aksiyon kahramanlıklarının yüceltildiği bir filmle karşı karşıyayız. Evli ve iki çocuk babası eski Birleşmiş Milletler görevlisi Gerry Lane’in sırasıyla Philadelphia, Kuzey Kore, İsrail ve Galler rotasında bu felaketle tek başına mücadelesi hiç de yabancısı olmadığımız bir kandırmaca.


Tabii Gerry Lane kağıt üzerinde tek başına sayılmaz. Ama bu yolculukta ona eşlik edenler hep birer eşlikçi figüranlar olarak kalıyorlar. Philadelphia’da ailesiyle beraber Latin göçmeni çocuğu kurtaran da, 10 dakikada bir yetkili kişilerden ayaküstü brifing alan da, Kuzey Kore’de tutuklanan CIA ajanından Kudüs’teki tüyoyu almayı başaran da, panik halindeki binlerce kişinin arasından zombilerin zayıf noktalarını fark eden de, bir uçak dolusu zombinin elinden kurtulan da, Dünya Sağlık Örgütü Araştırma Tesisi’nde planını soğukkanlılıkla uygulayan da hep o. Geri kalanlar sadece onun amacına ulaşabilmesi için birer piyon. İsrail’in de bu global krizi önlemeye çalışmaktaki rolü unutulmamalı. Mossad yetkilisinin anlattığı, İsrail hükümetinin zekice olduğu su götürmez “Onuncu Adam” stratejisi çerçevesinde zombilere karşı ördükleri büyük duvarın güvenli tarafına Filistinli kardeşlerini de kabul etmeleri fena halde propaganda içeriyor. Ama o Filistinlilerin şarkı söyleyerek zombilerin dikkatini çekmeleri ve felakete davetiye çıkarmalarında verilen mesaj kadar ileri gidileceğini tahmin edebilir miydik?

Mossad’ın Onuncu Adam’ı Jurgen Warmbrunn’ın “içeri aldığımız her kişi, savaşmak zorunda kalacağımız bir zombinin eksilmesi demek” özlü sözü tartışmaya meydan vermiyor belki. Latin, Hintli, Kuzey Koreli, Filistinli olmanın zombi olmaktan farklı olmadığını, onların sadece kurtarılması gereken zavallılar olduğu dayatması Amerika’dan çıkan yeni bir şey değil. Lakin benim canımı sıkan şeylerin başında Finding Neverland, Stay, Stranger Than Fiction, The Kite Runner gibi naif ve iz bırakan dramları yönetmiş (ardından Quantum Of Solace ve Machine Gun Preacher ile bana göre düşüşe geçmiş) Marc Forster’ın bu ambalajlı oyuna alet olması. Yönetmenlik becerilerinden sayacağımız özel efekt ve kalabalık figürasyon idaresinin gücü fark ediliyor.

Özellikle Kudüs’teki kaos bölümü, uçak sahnesi ve Dünya Sağlık Örgütü Tesisi’ndeki gerilim dolu anlar, türlü arızalarına rağmen kendini izletmesini biliyor. Fakat yönetmenlik sadece işin teknik kısmından unutulması güç sahneler ortaya çıkarmaya çalışmak kadar, yüzlerce özellikleri arasından bazıları olarak empati kurup bunu seyirciye aktarmasını bilen, bariz propagandalardan kendini sakınan ya da onların propaganda oluşlarını alışılmışın dışında ele alıp eleştiren bir tavır işidir.


Yapımcısı ve başrolü Brad Pitt olan World War Z, yapım olarak masraftan kaçınılmamış bir görüntü çizse de, başrol olarak yerlerde sürünüyor. Brad Pitt’in kötü bir oyuncu olmadığını biliyoruz. Ama baştan sona türlü badireleri atlatan, türlü trajedi ve tehlikelere göğüs geren Gerry Lane rolünde o kadar düz ki, performansında (!) çekim aralarında ortalıkta gezinen patron ruhsuzluğu hakim. Kurt Cobain görünümlü bir mesih çizimiyle zaten inandırıcılığı yarı yarıya azalan Gerry Lane’in üstüne bir de bu beklenmedik ölçüde yavan canlandırma binince orta ölçekte bir avantür izlediğimiz duygusu hakim oluyor. Mireille Enos, Peter Capaldi, Moritz Bleibtreu gibi iyi oyuncular ise kısa ve önemsiz rollerde heba ediliyorlar. Tamamen Brad Pitt’in kahramanlığına odaklanmış bu görüntü fevkalade itici.

Muazzam aksiyon sahneleri, aralara sıkıştırılan bazı sıkı cümleler (ki en beğendiğim “tabiat ana bir seri katildir” cümlesi ve bu cümlenin açılımı oldu) avucuna alacağı kitleyi iyi tanıyor. Üstelik her dönem alıcısı bulunan zombi olayına mesafeli olanlar için, 28 Days Later’ın hiperaktif zombileri gibi bir alternatif sunulmuş. Hatta yüzlerce gözü dönmüş yaşayan ölünün organize hareket ettikleri bile görülüyor. Zaten Romero zombileri tempo yönünden filmi çok ağırlaştırırdı. Felaket senaryolarının önemli kalemlerinden biri olan zombi milletinin sosyal, siyasi, psikolojik eleştiriler için uygun zemin hazırladığı bir gerçek. Film de bu zemini iyi değerlendirme peşinde. Fakat bunu yaparkenki tercihleri, World War Z’yi ortalama bir Roland Emmerich filminden hiç farklı yapmıyor bana göre. Emmerich’in kahramanları bile birden fazlayken, burada dünyayı kurtaran Amerika’ya dünyayı kurtaran Amerikalı ayarı çekilmiş. Herkesin vardı, Brad Pitt’in de bir tane oldu.

1 yorum:

  1. Action sahnelerine değinmemişsiniz, ne kadar para dökerlerse döksünler hala şu bilgisayar oyunundaymışız hissinden kurtaramıyor bu endüstridekiler bizi...ne zaman ultra realistic filmlere gitmeye başlıyacağız sizin bir fikriniz var mı Osman Bey?

    YanıtlaSil