24 Mart 2012 Cumartesi

The Grey (2011)


Yönetmen: Joe Carnahan
Oyuncular: Liam Neeson, Dermot Mulroney, Frank Grillo, Dallas Roberts, Joe Anderson, Nonso Anozie, James Badge Dale, Ben Bray, Anne Openshaw
Senaryo: Ian Mackenzie Jeffers, Joe Carnahan
Müzik: Marc Streitenfeld

Ian Mackenzie Jeffers’ın Ghost Walker adlı kendi kısa hikâyesini yönetmen Joe Carnahan ile birlikte senaryo haline getirdiği The Grey, Alaska’da bir petrol şirketinde çalışanların bindiği uçağın bilinmeyen ıssız bir bölgede düşmesinin ardından kurtulan yedi kişinin soğukla ve aç kurtlarla girdiği yaşam mücadelesini layığıyla işlemiş bir yapım. Bu mücadelede benzerleri bulunan bazı insanüstü gayret öykülerinin aksine, kurmaca bir hikâyeyi ucuz kahramanlık numaralarıyla süsleyip, gereksiz aksiyon tantanası yaratmaktan kaçınmış, sürükleyici gerilim faktörleri ve talihsiz karakterleriyle varolmayı seçmiş olması gayet tatminkâr. Uçak kazasından kurtulup kurtlar sofrasına ve dondurucu soğuğa düşen yedi kişinin teker teker avlanması fikri, yaratık slasherlarının sıkça başvurduğu bir yöntem olsa da, The Grey birtakım özellikleriyle bu yöntemi sıkıcılıktan ve tahmin edilebilirlikten bir nebze kurtarmış, hatta bazı sahneleriyle özgün hale getirmiş denebilir.

The Grey, giriş ve gelişme yönünden benzerlerinden kabaca farklılıklar taşımıyor. Ancak stüdyo yerine gerçek mekânlarda çekilen film, bu atmosferin sağladığı tedirgin ruh halini seyirciye giydirmeyi başardığı gibi, kurtlara yem olma korkusunu hep ensesinde hisseden, bunu bize de hissettiren karakterlerle özdeşleşebilmemiz yönündeki avantajını iyi kullanıyor. Bunların üzerine bu karakterlerin geride bıraktığı eş, dost, çoluk çocuk unsurlarını da katınca işini daha da kolaylaştırıyor. Fragman aldatmacasına kapılarak kesintisiz aksiyon bekleyen kitleyi hiç de tatmin etmediği sosyal medyadan anlaşılan film, aslında içinde oldukça iyi çekilmiş sahneler ve derinlik arayışında güçlü bir dram barındırmakta. “Teker teker avlanma” klişelerini doğayla insanoğlunun giriştiği sonucu belli bir yaşam savaşının kaçınılmaz evreleri olarak değiştirme gayreti için bile izlenmesi gereken bir film iken, sürekli üzerine bir şeyler koymaya çalışması, yine kan dolu aksiyon beklentisi içindeki bu kitlenin “kısa hikâyeyi uzatma hamleleri” şeklindeki suçlamalarından kurtaramamış.


Filmin bir tarafında 2007’deki Death Sentence ile yine belli bir rota üzerinde yürümesine rağmen, The Grey’deki fark arayışını andıran oynamalarla güçlü bir intikam romanını uyarlayan Jeffers var. Diğer tarafında ise özellikle 2006 yılı yapımı Smokin' Aces ile aksiyonun anasını ağlatan, buna karşın şaşırtıcı derecede özgün bir çekicilik yakaladığını düşündüğüm Joe Carnahan (The A-Team gereksizliğini saymıyorum) bulunmakta. İşte bu ikiliden beklenen de normalde bu hayatta kalma hikâyesini olabildiğince bol kanlı, efektli, kahramanlık gösterili biçimde perdeye aktarmak olabilir. Oysa can çekişen bir adama “birazdan öleceksin” dürüstlüğünde bulunan, tüm olumsuz şartlar altında bile huzurlu anlar yaratabilen, kazazedelerin geride bıraktıkları hayatlarında özlediklerini samimice dile getiren, güzel bir manzaraya bakarak ölmek isteme ayrıcalığını kutsayan bir derinlik yaratmak istedikleri açık. Ölüme ve ona bağlantılı olarak inanç kavramına yönelik basit felsefi yaklaşımlarıyla da bu derinliği anlamlandırmaya çalışıyorlar.

60’ını deviren Liam Neeson’ın bu tür rollerin altından başarıyla kalkması onu hâlâ aranılan bir oyuncu yapıyor haklı olarak. Senaryoda her ne kadar Ottway’in intihar eğilimli bir keskin nişancıdan yaşam savaşı veren bir grup insanın liderliğine geçişi çok tez görünse de, sık sık hatırladığı karısına olan bağlılığı düşünülünce etrafındakilere “hayatında ölmeyi değil de biraz daha yaşamayı istemeni sağlayan her ne varsa onun için mücadele etmelisin” öğüdü vermesi çok da mantıksız durmuyor. Bunun “survival of the fittest” (güçlü olanın ayakta kalması prensibi) ile birleştirilmeye çalışılması, nihilist çıkışlar ve Tanrı inancının “zaten inanılmayan bir kavrama kızılması” şeklinde klişelenmesi de sakillik yaratmıyor. Çünkü filmin teoride ve pratikte yarattığı soğuk iklim, içinde her türlü mücadele fikrini barındıracak steril ortamlar yaratıyor. Bu yüzden muğlak bırakılmak istenen finalde ayakta kalanın kim olacağının değil, mücadelenin kendisinin önemi, anlamını daha iyi buluyor bana göre. Yazıların bitişinden sonraki gereksiz birkaç saniyelik görüntü bile bu duruşa zarar veremiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder