8 Eylül 2009 Salı

Dead Man’s Shoes (2004)


Yönetmen: Shane Meadows
Oyuncular: Paddy Considine, Toby Kebbell, Gary Stretch, Jo Hartley, Paul Hurstfield, Seamus O'Neill, Stuart Wolfenden
Senaryo: Paddy Considine, Shane Meadows
Müzik: Aphex Twin

Dead Man’s Shoes bir intikam filmi. İngiltere’de bir kasabada 7 kişilik küçük bir uyuşturucu çetesi, kendi aralarında çılgınca eğlenirken aralarına zihinsel özürlü Anthony’yi de alırlar. Zalimce onunla alay eder, türlü eziyetlerde bulunurlar. Birkaç yıl sonra Anthony’nin ordudan dönen ağabeyi Richard, ona yapılanların intikamını almak için kasabaya gelir. Olaylar gelişir. Hem de nasıl gelişir. Tipik bir intikam hikayesi olan bu kısa künyeyi okuduğumda beni tek cezbeden yönü İngiliz aktör Paddy Considine olan filmi izleyip izlememe konusunda tereddüt ettim. Shane Meadows'u tanımıyordum. İzledikten sonra ise, “tipik” kelimesinin bu film için düpedüz hakaret olduğunu anladım. O kadar da basit değil. İçim acıdı, boğazım düğümlendi, uyuyamadım. Dead Man’s Shoes herhangi bir intikam filmi değil. Hatta herhangi bir film bile değil. İlk anlarından itibaren yakamıza yapışan, sürükleyen, bittiğinde serbest bıraktığı sanılan, ama iyileşmesi günler sürebilen yaralar bırakan kusursuz bir dram. Kusursuz oluşu, kusurlarını göremeyecek kadar etkilenmiş olmamdan kaynaklı bir kusursuzluk. Dead Man's Shoes hakkında yapılacak her türlü yorum, kesilecek her türlü ahkam, aranacak her türlü sembol / metafor / anafor, boşlukta amaçsızca savrulan cisimlerden farksız olacaktır. Tıpkı bu yazı gibi.



İntikam olgusu sinemanın vazgeçilmezlerinden. Bir intikamı işlemek öyle kolay değildir, olmamalı da. İntikam duygusu ele alınırken yüksek dozda ikna gerektirir. Hristiyan öğretisindeki gibi yapılan kötülüğe diğer yanağını çeviren anlayışa haiz şekilde davranan bir karakter, ödeşme kavramını ailevi mesaj kaygılarıyla kötüleri bile yola sokacağına inanan saflıktaki Amerikan sit-com mantığıyla özümsemişler dışında kimsenin ilgisini çekmez. Madem diğer yanağını çevirmeyecek, bari intikamı alınacak unsurların temelleri sağlamlaştırılmalı ve hakkıyla öcünü almalı ki izleyen başkasının aldığı intikamla ekran başından mutlu ayrılabilsin. The Sting veya Dogville gibilerini gördükten sonra intikam temalı filmler için kendi çıtamı hayli yükseltmiş, her önüme gelen intikam filmine pas vereceğimi düşünmemiştim. Dead Man’s Shoes’ı gördükten sonra ortada ne çıta kaldı, ne de pas!

Çünkü Richard'ın intikamı, hem Richard'ın intikamı, hem bizim intikamımız, hem de insanlıktan çıkmış kötülere karşı insanlıktan çıkmaktan başka bir çözüm yolu bulamamış sıradan bir insanın sıradışı intikamı. İstesem de kafa karıştırmaya çalışamam. Kafam zaten karışık. İntikam gerekçeleri, intikamın kendisi kadar anlamlıdır bir yerde. İntikam bir insanın yüreğini soğuturken, başka birinin yüreğindeki muhtemel pişmanlık hislerine kulak asamayacak kadar gözünü karartmış bir duygudur. Pişman olmak, onun geçmişini temize çıkarmaya yetmez her zaman. Geç kalınmıştır bir yerde. İşlediği suçun cezasını yıllarca çekmiş bir mahkumun yıllar sonra hapisten çıkınca intikam almak istemesi ile tam tersi, normal bir insan olmak isteme hakkı arasındaki masumiyet, suçlu veya suçsuz oluşu ile ilişkilendirildiğinde kafalardaki adalet terazisi de yolunu şaşırıyor. Bu hikayeyi başımıza çorap gibi ören Considine ve Meadows, intikamdan gözü dönmüş bu yolunu şaşırma halinin izini sürerken aslında gözlerinin gayet açık olduğunu vurguluyorlar.

Dead Man’s Shoes sadece intikamın değil, zalimliğin, saflığın, pişmanlığın, korkunun da altını çizen bir kesit. İzleyeni belli bir ana kadar çok güzel oyuna getiren, finalinde akıl almaz (belki de alır) bir manevra yapan ve bazı intikam temalı filmlerin top, tüfek, lazer şovunun sağlamakta zorluk çektiği sürükleyiciliği baştan sona özünde bulunduran bir keder bulutu. İntikam peşindeki Richard’ın 6-7 kişilik bu çeteye tek başına kafa tutması, çetenin de bu intikamı gerektiren yedikleri haltın bilincinde olup açıkça korkmaları ortaya çok gerçekçi bir psikolojik savaş tablosu sunuyor. Richard’ın bu cesareti ve infaz kararlılığı onu tam bir ölüm meleği haline getiriyor. Peki Richard’ın intikamından, kötülerin bu şekilde avlanmasından aldığımız keyif nasıl açıklanmalı? Belki de artık o kadar çok kötülükle kuşatıldık ki Dead Man’s Shoes gibi filmler, hatta bir ötesi gerçek yaşamdaki linç girişimleri insanoğlunda açıklaması zor bir coşku yaratıyor. O bir kısım intikam filmlerinde kötülerin hacamat edilişini izlerken abur cubura uzanacak dermanı ve linç keyfini kendinizde bulabilirken, Dead Man’s Shoes’da tuhaf biçimde kötülerle empati bile kurabilirsiniz. Bu empati, onların kötü girişimlerinde ve hamurlarında değil, yaptıklarının ardından başına geleceklerin verdiği ölüm korkusu ile yüzleşmelerinde yaşanması muhtemel bir özdeşleşme.

Zavallı Anthony’ye yapılanları, çete elemanlarının onunla acımasızca nasıl eğlendiğini gösteren siyah-beyaz flashbackler tüyleri diken diken ediyor, insanlık onurunun nasıl ayaklar altına alınabildiğini önümüze seriyor. Aklıma geldikçe hâlâ yüreğim yanıyor. Mahallenin delisine veya başıboş bir kedi-köpeğe eziyet eden çocuklar hakkında hissettiklerimizi birebir duyumsamamız mümkün. Bu siyah-beyaz sahneler, izleyene Richard’ın intikamını yeterince mazur gösteriyor. Bu yüzden filmle bağımız bu denli kuvvetli, öfke dolu, fikirlerimiz bu denli kesin ve illegal. Yılların klişesi "intikam soğuk bir yemektir" üzerine daha önce hiç kafa yormadım. Muhtemelen bulmaca çözerken bile kan ter içinde kalan bir obezin parlak buluşudur bu söz. Ama kendi fikrim odur ki, intikam ne soğuk, ne de sıcak bir yemektir. İntikam ("kişinin kendine yakışanı giymesidir" kötü espirisinden kıvrak bir hamleyle sıyrılarak) umarsız bir isyandır! Sonuçları ağır veya değil, o hep şikayet ettiğimiz tepkisizliğe verilmiş kendince haklı bir tepkidir en azından. Elbette o intikam bizden alındığı vakit hiç de öyle değildir. "Pişmanlık, insanlıktır" lafını bile umursamayacak kadar canı yanmış bir tepkidir üstelik. İntikamda hamurumuzda olan ve olmayan bir sürü tepki vardır. Gerekirse kendi özünü inkar vardır. Farklı bir adalet suretidir intikam. Bir başkası veya bir başkasının hazırladığı yasalar, sizin arzu ettiğiniz gibi alamaz o intikamı.


Paddy Considine, Toby Kebbell, Shane Meadows, Will Oldham

Aynı zamanda Dead Man’s Shoes’un senaryosunu da yazan Paddy Considine, bir grup serserinin üzerine kabus gibi çöken ağabey Richard rolüyle olağanüstü karizmatik. Ona bakarken güven ve tedirginlik duyguları yakanızı bırakmıyor. Ne yapacağını temelde bilmemize rağmen, ne zaman ve ne şekilde yapacağının belirsizliği bizi bizden alıyor. Zaten finalde hem Richard, hem de senarist Considine, feci bir ters köşe ile bu duygularımızı haklı çıkararak, kolay kolay unutulmayacak bir son ve (anti) kahraman profili yaratıyorlar. Zihinsel özürlü Anthony rolündeki Toby Kebbell’e de uğramak lazım. Filmi izlerken bu çocuğun sahiden özürlü olduğunu düşünmekten kendimi alamayabilirsiniz.. Meğer o da bir aktörmüş. Henüz kariyerinin başındaki oyuncu, gözüktüğü sahnelerde gerçekten ışıl ışıl parlıyor. Kebbell, Anthony’nin bir bebek kadar saf ve sevimli olduğu kadar çaresiz kişiliğine son derece profesyonel bir teşhis ile yaklaşıyor. Bizi üzüyor, hatta kızgın yağda haşlanmış gözyaşlarımızı dışarı taşırıyor. Güney Kore yapımları Marathon ve Oasis performansları kadar ekranda fazla gözüküyor olmasa da, o kompozisyonlardan uzak hiçbir tarafı yok.


Dead Man's Shoes'u izlediğim sıralarda Shane Meadows kimdir bilmezdim. Considine’in senaryosuna yardımcı olmasının yanında, görkemini sadeliğinde taşıyan, iniş çıkışları çok iyi betimleyen yönetimi alkışlara boğulmalı. Üstüne bir de müzmin efkarlı Will Oldham’ın filmin ruhuna tencere kapak uyumu sağlayan dingin ve acıklı şarkıları da eklenince Dead Man’s Shoes’a bir başyapıt dememi kimse engelleyemez. Kimbilir daha bulunmayı bekleyen nice Meadowslar, Considineler, Dead Man’s Shoeslar vardır. Aramak gerek. Sonra da anlamak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder