18 Haziran 2009 Perşembe

Snow Angels (2007)


Yönetmen: David Gordon Green

Oyuncular: Kate Beckinsale, Sam Rockwell, Nicky Katt, Michael Angarano, Jeanetta Arnette, Olivia Thirlby

Senaryo: Stewart O'Nan, David Gordon Green

Müzik: Jeff McIlwain, David Wingo

Film, öğle vakti karla kaplı bir okul stadyumunda Peter Gabriel’in Sledgehammer parçasını prova eden kalabalık okul bandosunun, okul futbol takımının maçı için hazırladıkları performansla açılıyor. Provadan memnun olmayan bando şefi, yüksekçe bir yere çıkıp bandoya fırça çektiği esnada uzaklardan iki el silah sesi duyuluyor. Nereye bakacağını şaşırarak hareketsiz kalan kalabalık derin ve ürperten bir sessizliğe bürünüyor. Bu etkileyici girişin ardından haftalar öncesine dönüyor, silah seslerinin sebebine kadar olan aralıkta, bir grup kasaba insanının trajik bir olayla yön değiştiren dramlarından kesitler izlemeye başlıyoruz. Küçük bir kız çocuk sahibi olan ayrılmış Annie ve Glenn çifti, Annie’nin küçükken bakıcılığını yaptığı lise öğrencisi Arthur, Arthur’un ayrılığın eşiğindeki ebeveynleri, yine Arthur’un ilgi duyduğu sınıf arkadaşı Lila, ve karısı Barb’ı en iyi arkadaşı Annie ile aldatan işe yaramaz Nate etrafında dönen klasik sorun manzaralarından oluşan Snow Angels, Sundance Film Festivali’nde Büyük Jüri ödülü adaylığı elde etmiş bir yapım. David Gordon Green, 2004 yılında güney sıcağına indiği Undertow’dan sonra bu kez kuzey soğuğuna çıkıyor.

Undertow’a göre fazla Amerikan olması yanında, küçük kasabada yaşayan bir avuç karakterin daralmaları üzerine çok çarpıcı bir örnek de sayılmaz. Küçük hayatlar, onların sorunları ve çözümleri bu tarz küçük filmlerin himayesinde yüceliyor veya sönüyor. Hikaye(ler) belli bir çekiciliğe sahip olmadığında nereye ve nasıl bağlanacağı pek umurunuzda olmuyor. Fakat o çekicilik varsa, bu kez nereye nasıl bağlanacağı konusunda fazla seçici davranıyorsunuz. Snow Angels, heybesinde bu duyguların hepsinden biraz taşıyor. Mesela filmin sonunda iki el silah sıkılacağı bilgisi filmin başında bize yüklenmişken, izleyeceğimiz kesit dahilinde ne zaman, kimin, neden ateş edeceği yönünde fikirler hep aklımızın bir kenarında yer bulacak. Tabi ara sıra unutacağız. Bunu da o finale gidiş yolu üzerinde karakterlerin aile, aşk, evlilik, aldatma, boşanma, sorumluluk kavramları içinde almış oldukları pozisyonları ve olaylara bakışları sağlayacak.

Annie
ve Glenn’in, kızları hatırına bitmiş evliliklerini yola koyma girişimleri ile, genç Arthur’un ebeveynleri ve sevgilisiyle olan ilişkilerini iç içe geçmiş şekilde anlatmaya çalışması işte bu farklı pozisyonlardan farklı bakışlar üretmeye başladığında işler film için pek yolunda gitmiyor denebilir. İki farklı hikayenin kesişen tek yönünün Annie ve Arthur’un aynı lokantada çalışıyor olmaları, Annie’nin küçüklüğünde Arthur’un kısa bir süre bakıcılığını yapması, aynı film sınırları içinde yeterince tatmin edici kesişmeler kurmuyor. Hikayeler arasındaki kopukluğun faturası kurguya değil, hikayelerin silikliğine verilebilir. Bu zoraki birliktelik, iki hikayenin bir diğer ortak noktası sayılabilecek “boşanma” ve “sonrası” üzerine özellikle Annie-Glenn ilişkisi aracılığıyla bir şeyler anlatmaya çalışıyorsa da, Arthur’un hikayesinde bu konuya dair en ufak bir yenilik, orijinallik bulunmuyor. Birey bunalımlarının üzerine körükle giden din olgusuna şöyle bir değinilmesi de işe yarar mı bilinmez. Kate Beckinsale ve Sam Rockwell’in tatminkar performansları, filmin seviyesine inmeyi başarmış izleyicileri bile tatmin etmekte zorlanacak kadar filmin zayıflığına bağımlı kalmış bana göre. Bu da, iyi bir performansın karşılaşabileceği en büyük handikaplardan biridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder