31 Mayıs 2008 Cumartesi

Juno (2007)


Yönetmen: Jason Reitman
Oyuncular: Ellen Page, Michael Cera, Jennifer Garner, J.K. Simmons, Jason Bateman, Allison Janney, Olivia Thirlby
Senaryo: Diablo Cody
Müzik: Matt Messina

Lise öğrencisi olan Juno, sıkıntı ve meraktan, okuldan arkadaşı Bleeker ile birlikte olmaya karar verir. Ancak hiç olmayacak bir zamanda umulmadık bir şekilde hamile kalır. En yakın arkadaşı Leah ile bu konuya bir çözüm bulmaya karar verirler. Bebeğini dokuz ay boyunca karnında taşıyacak ve onu varlıklı bir aileye verecektir. Juno bu olaylar esnasında oldukça olgunlaştığını hissetmeye başlar.

2007'nin koltuk çıkılan bağımsızı Juno. Geçtiğimiz sene Little Miss Sunshine idi. Koltuk çıkma tabirinin hiç hoş durmadığının farkındayım. Yoksa her iki filmin de bu torpile hiç ihtiyacı yok. Sadece Bağımsız Film Cumhuriyeti içinde bu iki filmden diğerlerine nazaran daha hızlı haberimiz oldu. Hem Juno, Little Miss Sunshine’a göre çok daha dezavantajlıydı. Little Miss Sunshine yıldızı bol bir filmdi ve bunun avantajı tartışılmaz. Şimdilerde Juno için sarfedilen övgü dolu sözler, taglinelar başka filmler için de söylendi. Peki neydi Juno’yu diğer yaşıtlarından öne çıkaran şey? Reklam kampanyası mı? Tamam da neden Juno o zaman? Jennifer Garner dışında (o da yardımcı rolde) star sayılabilecek oyuncu olmaması, isimlerini yeni yeni duyuran genç kuşak oyuncuların başrolü üstlenmeleri ile star tezimiz buraya uymuyor. Peki şunu düşünsek: Juno’nun kendisi zaten çok iyi bir film! Afişiydi, müzikleriydi, kadrosuydu, bütçesiydi derken Juno katıksız bir bağımsız gibi duruyor. Aslında biraz katıklı ve bana göre kendini belli bir izleyici kitlesine yabancılaştıran yapıda. Yalnız değişmeyen bir şey var. Juno belki de son ayların en iyi romantik komedisi. İşte burada bir katık unsuru var. Alışıldık romantik komedi şablonunu, alışılmadık detaylarla bağımsız film ruhu ile karıştırıp, farkı fark ettirmeme üzerine okullara ders niteliğinde bir film. Yani filmin adını romantik komedi olarak koyduktan sonra, romantik komediden de bağımsız bir dinamizme sahip olduğunu görüyor, arada kalabiliyorsunuz.

Ardı arkası kesilmeyen diyaloglar, zamanlaması çok yerinde monologlar, makinelı tüfek misali her duruma cevabı ve espirisi hazır zeka küpü karakterler, temposu saat gibi ayarlanmış kurgu, insana günümüz TV dizilerinin havasını solutuyor biraz. Kendisine pek bayılmasam da şu an aklıma Gilmore Girls geldi. Akılalmaz bir hızla o kadar mantıklı ve nükteli cümleyi ayaküstü bir araya getirebilen, hayranlık verici pratik zeka sahibi insanların hep birlikte yaşadıkları uydurma-gerçek arası kasabalar. Yabancılaşma meselesi de izleyici ile filmin uyruğu arasındaki kültür farkından ileri gelmekte. Lise son sınıf öğrencisi Juno, sınıf arkadaşı Paulie Bleeker ile sözde can sıkıntısından beraber olup hamile kaldığını öğreniyor. Kürtajın eşiğinden dönüp durumu babası ve üvey annesine anlatıyor. Çocuk hasretiyle yanan varlıklı bir aile bulunuyor, anlaşmaya varılıyor ve hamilelik süreci başlıyor. Buraya kadar olan kısmı ahlaki mantık süzgecinden geçirmeyi başaramayanlar için Juno sadece zaman kaybı olacaktır. Aslında ailecek izlenmeyecek bir aile filmi bile denebilir. Filmin enteresanlığı da bu kafa karıştıran lezzetten ileri geliyor. Batı hoşgörüsü gerçek hayatın anlaşılmazlığını da bir şekilde kolaylıyor. O şaşırtan hoşgörü insanı “bu sadece bir film” ile “bu kadar da genişlik de çok sahte” arası taraflar haline getiriyor. Gazetelerden, televizyonlardan duydukları inanılması güç gerçeklere ilk görüşte inanan kişi, sıradan bir Amerikan/İngiliz/Alman ailesinin başına gelen traji-komik sıradışılığı ciddiye almıyor. Yok eğer yabancılık hissi o sözünü ettiğim süper zeki hazırcevap diyalog kurmacası veya Amerikan tarzı mizah ve marka anlayışından kaynaklanıyorsa bunun da artık günümüzde bir şekilde (şartlı olarak) aşılması gerektiğini düşünüyorum. O şart ise, müthiş senaryo zekasına layık gördüğünüz karakterin kendisiyle çok ilintili.


Mesela yine Ellen Page’in rol aldığı Hard Candy’de zengin bir pedofili tuzağa düşürüp ona hayatı zindan eden Hayley tiplemesine biçilmiş olağanüstü zeka, inandırıcılık açısından aşılması güç bir engeldi. Ya da ben aşamamış olabilirim. Se7en’daki John Doe’ya yakışan türden bir tuzağın, insanın psikolojik çöküntüsüne çok hakim bir zeka tarafından alınan intikamın bir lise (ortaokul bile olabilir tam hatırlamıyorum) çocuğuna aşırı büyük gelmiş olması da tamamen bu senaryo zekasının öngörüsü. Bence Hard Candy, olumlu tespitlerinden, parlak cümlelerinden başını kaldırıp da dişe dokunur bir film olamadığı gibi, Ellen Page gibi bir yeteneği de inandırıcı kılmayı ıskalayıp antipatik hale getirmişti. Juno’da da Page’e uyarlanan duygusal zeka hemen hemen aynı seviyelerde. Ama film buna karşı önlemlerini de almış gözüküyor. İçinde sık sık “Juno biraz tuhaftır, Juno’nun çok özel bir espiri anlayışı vardır, Juno bambaşka biri” cümlelerini duyuyoruz. Başarılı da olmuş, senaryodaki olgunluğu yaşından olgun ve deli dolu genç kız tipiyle haklı çıkarma durumu bir nevi.

Kendine has gayet mantıklı bir mizah, yaşam, sinema, müzik zevki olan Juno’nun seks denemesinde korunmayı akıl edememesi gibi detaylar göze de batabilir, senaryo da olsa böylesi üstün bir zekanın bile bazı şeyleri atlayabileceği yönünde hoş bir denge de sağlayabilir. İşte Juno, siz nasıl görürseniz onu verir. Önyargı, ahlaki bakış açısı, yabancılaşma, inandırıcılık, tüm bunlardan bağımsız olarak izleyeceğiniz Juno gerçekten çok iyi bir film. Mizah duygusu, basmakalıplardan türetilmiş de olsa özel yan karakterleri, romantizme yaklaşımı, dramatik ciddiyeti ile huzur veriyor. Taşıyıcı annelik, ergen cinselliği, ebeveynlerin pedagojik yaklaşımları, boşanma, iletişimsizlik, gerçek aşk gibi önemli meseleleri mesaj kaygısız, öğreten adamsız bir rahatlıkla sunduğu kadar, özellikle finali ile de son derece gerçekçi bir orta yol bulma başarısı gösterebiliyor. Tabi kime göre doğru, yanlış veya orta yol olduğu da kültürel, sosyal farklılıklara göre değişkenlik gösterebilir. Senaryolarda sıkça rastladığımız bazısı yerel, bazısı uydurma abur cubur, içecek vs. isimleri ile, onların sebebiyet verdiği bir takım espirileri de idrak edemeyişimiz de bu farklılığa farklı bir yönden işaret etmekte.

 
Juno’nun karnındaki bebeği evlat edinecek olan Mark ve Vanessa’nın hafif karmaşık ilişkisi ile, Juno’nun ebeveyneleri Mac ve Brenda’nın hayranlık uyandıran ilişkisi arasında da gizliden bir evlilik muhasebesi tutuyor film. Aslında birçok muhasebesi var. Mesela gerçek aşk/doğru insan konusunda yine o kendine özgü hınzır (ama tutarlı) yaklaşımı çok sıcak. Hele de baba Mac’in Juno’ya yaptığı doğru insan tarifi öyle her filmde karşınıza çıkacak türden değil. Yine aslında birçok muhasebesi kadar, birçok tarifi de var filmin. Bir de hayati tercihlerin filmi Juno. Dopdolu olduğu için insanın aklına filmle ilgili hep yeni bir şeyler geliyor. Juno olarak izlediğimiz Ellen Page, hani bazı roller sadece bir kişi içindir denir ya, o türden bir rolün aktrisi olmuş. Hollywood’un Julia Roberts, Sharon Stone gibilerinden kurtulmaya başladığı bu güzel günlerde Ellen Page daha nice kalıcı karakterlere hayat verecektir. Ama şu sıralar (iyi ki de) bağımsız yapımlarda adını sıkça duyuruyor. Paulie Bleeker olarak filmde tuhaf bir kimya yaratan “nerd” görünümlü Şahin, bağımsız genç kuşaktan Michael Cera, sanki Superbad’den çıkar çıkmaz buraya gelmiş gibi. Juno’nun en az onun kadar eşek sıpası olan kankası Leah’ı (Olivia Thirlby), karizma üvey anne Brenda’yı canlandıran Allison Janney’yi (özellikle ultrason teknisyenini delik deşik ettiği sahneye dikkat!) ve tabi her genç kızın rüyası bir baba figürü olarak Mac rolüyle J.K. Simmons’ı unutmayalım. (Mac’in Vanessa’ya evlerinde gördüğü pilates aletini sorduğu sahnede ona sevgiyle sarılmak istemeniz gayet mümkün). İkide bir kadraja giren okul koşu takımıyla, harika şarkılarıyla, bazen ipin ucunu bile kaçırabilen zeki senaryosuyla ve en son Thank You For Smoking hakimiyetini çok beğendiğim Jason Reitman’ın yönetimiyle Juno, her şeyin bir sandalyede başladığı özel bir film.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder