9 Nisan 2010 Cuma

The Descent (2005)


Yönetmen: Neil Marshall
Oyuncular: Shauna Macdonald, Natalie Jackson Mendoza, Alex Reid, Saskia Mulder, MyAnna Buring, Nora-Jane Noone
Senaryo: Neil Marshall
Müzik: David Julyan

Genç ve güzel altı maceracı kız arkadaş heyecan dolu bir tatil için bir araya gelirler. Planları da derin bir mağaraya iniş yapmaktır. Meraklı gözlerle inceledikleri mağarada büyük bir kayanın düşmesiyle çıkış yollları kapanır. Artık karanlıkta onları aydınlatan tek şey fenerlerindeki zayıf ışıklardır. Av bekleyen yeraltı dünyasının ev sahipleri en az başlarına gelen bu olay kadar korkunçtur. Çıkış yolu arayan bayanlar arasındaki sırlar açığa çıktıkça gerilim de artar. Birbirlerine sırt dönmeleriyle kurtuluş yolunda artık herkes kendinden sorumludur.

Diğerleri hayatta kalmak için savaşırken, Sarah, yakın zamanda ailesinin ölümü ile girdiği yalnızlık sendromundan henüz kurtulamamıştır. İhanete uğramış ve çaresiz bir durumdayken Sarah, hayatta kalmak için tek yapmaları gerekenin en az yaratıklar kadar vahşi olmak olduğunu anlar.


Neil Marshall, 2002 yılındaki Dog Soldiers'da bir kaç askerin kurt adamlarla olan mücadelesini anlatmıştı. The Descent ise bu defa ekstrem sporlara meraklı 6 kadının, daha önceden haritadan belirledikleri mağaralara düzenledikleri, ama orada mahsur kalmalarıyla tam bir kabusa dönen aktivitelerini konu ediniyor. Marshall’ın “crawlers” (sürüngenler) dediği yaratıklar, mağaranın derinliklerinde binlerce yıldır yaşayan, bu ortamda evrimleşerek birer canavara dönüşen ürkütücü ve ilginç tasarımlar. Mağaralarda bulunmaları yüzünden görme yetilerini kaybetmiş, ama buna rağmen koku ve işitme duyuları gelişmiş bu etoburlarla yaşanan can pazarı, konsept itibarıyla gayet klişe gözükmekte. Ancak Marshall, The Descent'de yarattığı son derece tedirgin edici mağara atmosferini, alışıldık korku-gerilim klişeleriyle ve özgün finaliyle birleştirdiğinde, son yılların en başarılı gerilimlerinden birine imza atmış oluyor.

Korku filmlerinde kullanılan kadın karakterlerin, kadın kahramanlara dönüşmelerine Alien serisinin getirdiği yorum tartışılmaz. Ripley’in, nereden çıkacağı belli olmayan, acımasız yaratığıyla girdiği mücadele zamanla ona siber-anaç bir tavır da kazandırmıştı. “İniş”, “soy”, “baskın” gibi farklı karakterde anlamlar içeren “descent” kelimesi bu üç anlamı da bünyesinde barındırıyor. The Descent, geriilim matematiğini ustaca kullanabilen denli zeki bir film.. Marshall’ın bu derece güçlü atmosfer yaratma becerisi sayesinde, filmin başında kahramanlarımızın mağara ambiyansını tarif ederken kullandıkları klostrofobi, panik atak, halüsinasyon, görsel ve işitsel yanılmaların ortaya çıkabileceği tam bir cehennem buluyoruz. Zaten yeterince bunaltıcı bu ortamda yaratıkların da bulunması, özellikle türün meraklısı olan-olmayan izleyiciler için gerilim sınırlarını sonuna kadar zorluyor.

Kocasını ve kızını trafik kazasında kaybeden Sarah’nın filmin merkezinde olmasının sebepleri başlangıçta bize yeteri kadar sunulsa da, diğer karakterlerle de empati kurulabilmesinin temel nedeni, Marshall tarafından içine sokulduğumuz bu karanlık labirent ortamı. Marshall, Sarah’nın yardımıyla bu ortamın aslında bir rahim olduğunu temsili biçimde vurguluyor. Gördüğü halüsinasyonlarda kızının birden yaratığa dönüşmesi, yine sık sık gördüğü doğum günü pastası ve sonlara doğru tasvir edilen doğuma benzer muhteşem sekans, filmi pek çok benzerinden üstün kılıyor. Kan havuzundan çıktıktan sonraki Sarah, kesinlikle Ripley’in farklı boyuttaki ruh kardeşi.


Neil Marshall’ın finalde bize oynadığı zalim oyun, gerçek bir yönetmen hakimiyeti gösterisi. Marshall’ın insafına kaldığımızı hissettiğimiz anda, tıpkı film boyunca olduğu gibi başımıza gelecekleri kestirmemiz güçleşiyor. Yönetmenin sırf bu sağı solu belirsiz tavrı ve tüm karakterlerini kadınlardan oluşturması sebebiyle empati kurmayı kolaylaştırdığı gibi, bunun yanında denklem sayısını da arttırıyor. Bilinen ya da tahmin edilen tek bir çözüm yerine, çözümsüzlüğü yüceltiyor Marshall.

Filmin başlarındaki doğa görüntülerinin mağaralardan sonra karanlığa gömülmesi de Marshall’ın zalimliklerinden. Dışarıdaki güzelliklerin varlığını kahramanlara ve bize gösterdikten sonra, mağaralara kapatılan sadece bu 6 kadın olmuyor böylelikle. Yeşil ve kırmızı ağırlıklı sahnelerin klostrofobisi, bayanların mağarada kendi el kameralarıyla çektikleri görüntülerin korkunç güvenilmezliği, içinde bulunulan girdabın derinliğini kelimelerle anlatmayı güçleştiriyor. Neil Marshall, The Descent ile son zamanlarda artma eğilimindeki çağdaşları arasında, son derece cesur sahneleri ve kendi anlayışıyla hakimiyet kurduğu tarzıyla, saygın bir konumda olmayı hak ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder