30 Nisan 2018 Pazartesi

Castaway On The Moon (2009)


Yönetmen: Lee Hae-joon
Oyuncular: Jung Jae-young, Jung Ryeo-won, Park Young-seo, Yang Mi-kyung
Senaryo: Lee Hae-joon
Müzik: Kim Hong-jip

Kim adında takım elbiseli bir adam, bankaya olan 75 bin dolarlık kredi borcunun faiziyle beraber 210 bin dolar olduğunu öğrendiği son telefon konuşmasının hemen ardından kendini köprüden Han Nehri'ne bırakarak intihar eder. Ancak uyandığında karaya vurmuştur ve kendisini öldürmeyi başaramadığını, nehirde bilinmeyen bir adaya sürüklendiğini anlar. Orada da önce kurtulmaya, sonra tekrar kendini öldürmeye çalışsa da başarılı olamaz. Öte yandan nehir kenarındaki binalardan birinin bir dairesinde yıllarca odasından dışarı çıkmamış yine Kim adlı bir genç kız vardır. Tüm gününü kendi koyduğu kurallarla bu odada geçiren, yüksek özellikli kamerasıyla ayı ve çevreyi izleyen bu kız, birgün adadaki Kim'i görür ve hergün onu izlemeye başlar. Zaman ilerledikçe adada kendine bir düzen kurup hayattan keyif almaya başlayan Bay Kim, kendini odasına hapsetmiş Bayan Kim'i çok etkiler.

Lee Hae-joon'un yazıp yönettiği Castaway On The Moon, kredi kartlarıyla, borçlarla, stresle kuşatılmış bir adam ile, hayatını kapısı hep kilitli odasında geçiren, sadece internette sosyalleşmeye çalışan bir kızın beklenmedik biçimde kesişen hikayelerini dram ve komedi unsurlarıyla yoğuran bir film. Kendine ustalıkla böyle bir bünye yaratan, bu bünyede hem abartmadan komik, hem de ağdalı olmadan şiirsel davranabilen film, bu iki Kim'in tezatlıklarında gizli olan ortak paydaları çok iyi yakalıyor. Bu paydaları birer sömürü malzemesi haline getirmeyen, seyirciye aleni mesajlar dayatmayan, o mesajları hikayesinin her kıvrımında muhafaza eden Lee Hae-joon, küçük çapta bir modern Robinson Crusoe öyküsünü hem şehir manzaralı bir adaya, hem de ada manzaralı bir odaya kendi meselesi ölçülerinde uyarlıyor. Önce Kim'in bu adada tutunma çabalarını, bir zaman sonra da adaya geldiği ilk günden beri onu izlediğini gördüğümüz Kim'i tanıma süreçleri yaşıyoruz. Bu iki hayat kesişince, zaten dinamik olan anlatım iyice renklenip tek vücut haline geliyor.


Her iki Kim de farklı mekan ve koşullarda ortak bir yalnızlığın öznesi olarak kolayca özdeşleşilebilecek nitelikler taşıyor. Bay Kim, günümüz toplumunun kapitalizm esiri olmuş bireylerinin, aynı zamanda insan-doğa ilişkisinde yaşanan bireysel uyanışın bir numunesi. Normal yaşamında yüz vermediği börülce soslu eriştenin değerini adada aç kaldığında anlayıp kendi imkanlarıyla onu yapmayı bir meydan okuma, hayata karşı bir umut sembolü olarak gördüğü vakit doğaya, yani gerçek hayata olan bağlılığı kuvvetleniyor. Hazır vaziyette önüne erişte koysanız bile, çocukluğundan beri ezik bir kişilik olmasının hesabıyla bu şekilde ödeşmek istiyor. Buna bağlı olarak, ailesiyle bile aynı evde görüşmeyen, sanal alemde farklı fiziksel görünüşler arayışında olan asosyal Bayan Kim'in bireysel uyanışının da tetikleyicisi oluyor. Lee Hae-joon, kalabalık içinde yalnızlığı betimlemenin kolaylığı yerine, bu iki izole konumu ve kişiyi çeşitlendirerek yalnızlığı betimliyor. Fiziksel olarak yanyana getirmediği iki karakteri arasında tuhaf ama kabul edilir bir kimya yaratma ustalığı gösteriyor.

Birbirlerini fark etmeleri imkansız görünen bu iki insanın iletişimini sağlamak için Lee Hae-joon, uçaklar görsün diye kumsala yazılan yardım çağrısı ve gemiler bulsun diye boş şişeye yazılan küçük notlar gibi iki ıssız ada klişesiyle oynayarak çok zeki fikirler üretiyor. Her iki Kim'in kendi yalnızlıklarını ve birbirleriyle olan iletişim çabalarını küçük ayrıntılarla zenginleştirip, o ayrıntıları bir kenara atmadan doğru yer ve zamanlarda kullanıyor. Hatta bunları çoğu zaman Amélie zarifliğiyle yapıyor. Börülce soslu erişte, ördekli yatak, küçük oyuncak robotlar, not şişeleri, takım elbiseli korkuluk, motosiklet kaskı, renkli şemsiye gibi detaylarla ördüğü sevimli hikayesinin aslında çok boyutlu olduğunu gösterircesine, sonlara doğru dram dozunu arttırarak o büyülü atmosferden sıkıcı gerçek hayata doğru yapılan zoraki geçişle final için beklentileri arttırıyor. Final ise hüzün, çaresizlik, şaşkınlık, mutluluk, umut gibi duyguları birbirine karıştırarak filme ihanet etmiyor. Jung Jae-young ve Jung Ryeo-won'un müthiş performansları olmasa, film bu kadar etkileyici olur muydu tahmin etmek zor. Ama ortada o kadar güzel yazılıp çekilmiş bir film var ki, şu olsa bu olsa demeye en ufak bir ihtiyaç yok. Castaway On The Moon, Güney Kore sinemasını neden sevdiğimize dair verebileceğimiz örneklerden sadece biri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder