12 Şubat 2014 Çarşamba

Her (2013)


Yönetmen: Spike Jonze
Oyuncular: Joaquin Phoenix, Amy Adams, Rooney Mara, Chris Pratt, Olivia Wilde, Matt Letscher, Scarlett Johansson
Senaryo: Spike Jonze
Müzik: Arcade Fire and Owen Pallett

Boşanma aşamasındaki Theodore Twombly, sipariş üzerine insanlara özel günleri için el yazısı formatında mektuplar yazan bir şirkette çalışmaktadır. Yalnız yaşamını video oyunlarıyla, chat odalarıyla ve az sayıdaki arkadaşlarıyla geçirmektedir. Birgün OS1 adıyla piyasa sürülen yeni bir işletim sistemi dikkatini çeker. Bu ürün, dünyanın yapay zekaya ve bilince sahip ilk işletim sistemidir. Theodore’un satın aldığı, kendisine Samantha adını vermiş işletim sistemi, sanal ortamdaki üstün becerileri ve etkileyici sesiyle bir anda onun hayatının önemli bir parçası oluverir. Hatta Theodore ve Samantha arasında sıra dışı bir aşk filizlenmeye başlar.

Amerikan sinemasının en orijinal isimlerinden biri olan Spike Jonze, Being John Malkovich, Adaptation, Eternal Sunshine Of The Spotless Mind, Synecdoche, New York gibi sürüden ayrılmış filmlerin özgün senaristi Charlie Kaufman ekolünden gelmesine rağmen, senarist olarak pek çalışkan sayılmaz. Daha çok fikir insanı bir yönetmen olarak hınzır video kliplerin, reklamların ve kısa filmlerin ağırlıkta olduğu kariyerinde Being John Malkovich ve Adaptation yönetmenliği de bulunmakta. Tabii parlak fikirlerini kendisine ait olmayan senaryolarda da kullanmasına izin verildiği biliniyor. Zaman zaman Jackass tayfasıyla takılması da gelişkin duygusal zeka sahibi kişilerin göstermiş olduğu arızaların farklı bir yansıması olarak görülebilir. Yönettiği kitap uyarlaması Where The Wild Things Are’ın iki senaristinden biri olmasını saymazsak, Spike Jonze’un tümüyle sadece kendisinin yazıp yönettiği ilk uzun metraj olan Her, epey geç kalmış bir film.

90’lardan beri müzik ve sinema sektöründe yer alan senarist, yönetmen, yapımcı, oyuncu Spike Jonze, fikir aşamasında “satın aldığı işletim sistemine aşık olan adam” şeklinde tek cümleyle özetlenebilecek senaryosunu o kadar ustalıkla boyutlandırıyor ki, neredeyse hiç boş alan bırakmıyor. Teknolojinin günümüzde geldiği yeri, insan hayatına olan etkilerini hepimiz kendimize göre örneklendirip yorumlayabiliriz. Ama bu örnek, etki ve yorumları birkaç adım ileri götürüp fantastik boyutlara taşımak, fantastik olandan da güncel gerçeklikleri yakalamak pek kolay sayılmaz. Jonze, yarattığı Theodore özelinde müthiş bir genelleme sahası oluşturuyor. Her, Belçika yapımı Ben X’in konu edindiği üzere insanların günlük yaşamlarından farklı olarak sanal aleme saldıkları alter egolarının zamanla onları ele geçirmeye başlamalarına değil, teknolojik yenilenmelerin ortaya çıkardığı ilginç buluşların bireyin gerçek yaşamına bir şekilde ortak oluşuna değinen harika bir fikir.


Beraber büyüdüğü, önce çok iyi arkadaş olduktan sonra evlendiği eşi Catherine’den boşanmak üzere olan Theodore, Catherine tarafından “her zaman hayatın gerçekleriyle uğraşmanı gerektirmeyecek bir eşin olsun istemiştin” şeklinde suçlanıyor. Bu da teknolojinin insanlara sunduğu kolaylıkların onları zamanla nasıl duygusal açıdan tembelleştirdiğine vurgu yapan bir durum. Mektup sözlerini anında el yazısına dönüştüren ve gönderen bir teknolojiden bahsediyoruz. Minimal duruşuna rağmen hüzünlü hali ve yalnızlığı her açıdan fark edilen Theodore, büyük aşkı Catherine’in boşluğunu yazdığı dijital mektuplarla, geceleri küçük bir uzaylıya yardım ettiği interaktif oyunla ve tek gecelik sanal seks yaptığı chat odalarıyla dolduruyor. Ne zaman ki yapay zekaya sahip işletim sistemi Samantha ile tanışıyor, yeni bir ilişkinin sıra dışı bir ortamda filizlenişini izlemeye başlıyoruz. Bu andan itibaren Jonze bize gerçek ve sanal iletişim arasındaki benzerlikleri / farklılıkları hiç zorlanmadan karşılaştırabileceğimiz birçok kanal yaratıyor.

Etkileyici bir sese (ki o ses Scarlett Johansson’a ait), haliyle her türlü bilgi edinme, depolama, düzenleme becerisine, espri anlayışına, duygusal zekaya ve erkeği kendisine bağlayacak tutkuya sahip Samantha, Theodore gibi teknoloji konformisti bir adamın yalnızlığı için bulunmaz bir nimet. Theodore’un sadece bir tablet veya bir telefonla istediği yere götürdüğü, her şey hakkında istediği saatte konuşabildiği, kur yaptığı, sanal olarak seviştiği Samantha, Theodore’un yalnızlığına derman olduğu kadar onun dijital ortamdaki depolama, düzenleme, e-mailleri kontrol etme, gerekirse cevaplama gibi pek çok ayak işini de gördüğü için büyük bir boşluğu dolduruyor. Ama bu anormal ilişkinin seviyesi ilerledikçe ve normal bir ilişkide yaşanan monotonluk, kıskançlık, bağlılık meseleleri su yüzüne çıktıkça sanal olandan gerçek olana, teknolojik olandan insan olana yaşanan sancılı dönüşüm süreci başlıyor. O süreç, herkesin kabulleneceği çarpıcı hakikatlerden ibaret. Samantha’nın bile erişemeyeceği, bu yüzden umutsuzca kendini maddeleştirmeye çalışacağı gerçeküstü anlar da bu sürece dahil.

Samantha’yı sadece kendisine özel sanan Theodore’un durumu, sahip olduğumuz her türlü tekno yenilikle bütünleşip kendimize ait sanan, ona karşı tuhaf bağlılıklar gösteren ve onu kısa sürede en yenisiyle değiştirmeye meyilli olan bizler için pek yabancı sayılmaz. Evimizden, odamızdan çıkmadan yapabileceklerimiz artık inanılmaz boyutlarda. Gelgelelim teknoloji insanları o kadar bencilleştiriyor, rahat, kibirli ve gururlu hale getiriyor ki, kaybedilen verilerin, dostlukların, sevgilerin yerine her zaman yenilerini koyabileceğimize olan inancımız ürkütücü biçimde artıyor. Farklı yöntemlerle de olsa alternatiflerin ve meşguliyetlerin çokluğunun farkında olmak bu defa ironik biçimde insanı yalnızlaştırmaya başlıyor. Theodore’un çöpçatan arkadaşları sayesinde tanıştığı kızın günün sonunda açık ettiği niyeti, bu samimiyetsiz sarmalda zamanın nasıl kayıp gittiğini, insanların nasıl umutsuzluğa düştüklerini çok güzel özetliyor. Geçmiş, bazılarımıza göre önemli kayıplardan, Samantha’ya göre ise kendimize anlatıp durduğumuz hikayelerden ibaret.


Samantha’nın tıpkı son model bir cep telefonu gibi binlerce kişiye ait oluşu, üstelik sahip olduğu zeka ve sevgiyi sadece Theodore’un hizmetine sunuyor olmayışı bir insan için aldatılma hissinin çok farklı biçimde tezahürüne yol açıyor. Bir işletim sisteminin kalbe sahip olabilme ihtimalinin Samantha tarafından “kalp içini doldurabileceğin bir kutu değildir, sevdikçe büyümeye devam eder” şeklinde dile getirilmesi olağanüstü bir senaryo zekası. İşletim sistemlerinin ve insanların kendi veritabanlarında biriktirdikleri arasındaki farklar, yeri dolmayacak olanları su yüzüne çıkarabildikçe değerlenir. Tabletten kitap okumak ile gerçek bir kitabın sayfalarını çevirerek okumak arasındaki farkın dillere pelesenk olmuş klişeliğini bambaşka bir fantezi bünyesinde yaşayan Theodore, başka insanların sevinçlerini, üzüntülerini, kutlamalarını, pişmanlıklarını dile getirdiği mektuplarla geçimini sağlayan bir adam. Ama kendi için yazdığı ve gücünü basitliğinden alan son mektubu filmin en kalp kırıcı mesajını iletmeyi başarıyor.

Joaquin Phoenix’in benimsetmekte hiç sıkıntı çekmediği Theodore, filmde de gördüğümüz üzere etrafımızda kulağında bir aparatla yürürken kendi kendine konuşup gülen insanlardan sadece biri. Spike Jonze, insanların teknolojik araçlar sayesinde kendilerine yarattıkları farklı alemlerin, paralel evrenlerin onları nasıl izole ettiklerine dair müthiş bir deneyim sunuyor. Üstelik Amy Adams’ın canlandırdığı Amy ile benzer ihtiyaçların ve hayalkırıklıkların sadece tek bir cinse ait olmadığına iniyor. Teslim alan, bencilleştiren, yalnızlaştıran, savunmasız hale getiren eşyanın, kendisini icat eden insanı soktuğu kısır döngü kendi felsefi boyutunu yaratıyor. Her, seyirciyi ruhsuz biçimde teknolojik detaylarla bunaltmadığı gibi, artık Eternal Sunshine Of The Spotless Mind gibi hüzünle yoğrulmuş sıra dışı aşk hikayelerinin gelmeyeceğine yönelik umutsuzluğu da ortadan kaldırmaya oynuyor.

1 yorum:

  1. İnsanın sanıldığı gibi düşünebilen zeki bir yaratık olduğu düşüncesi çokta anlaşılır bir şey gibi görünmüyor. Etrafımızda aklımızla kavrayamadığımız bir çok mucize gibi görünen olay var. Sırf bu bile ne kadar aciz bir yaratık olduğumuzun göstergesi aslında. insan eksikliklerini keşfediyor ama sonra bunu kendine itiraf etmiyor. Onları bastırıp bilinç dışına sürüklüyor ve öylece hayatını yaşıyor, eksiklikleriyle...

    YanıtlaSil