24 Aralık 2008 Çarşamba

Transsiberian (2008)



Yönetmen: Brad Anderson

Oyuncular: Emily Mortimer, Woody Harrelson, Ben Kingsley, Eduardo Noriega, Kate Mara, Thomas Kretschmann, Colin Stinton

Senaryo: Brad Anderson, Will Conroy

Müzik: Alfonso Vilallonga

The Machinist ile 2004 yılının en iyi kara filmlerinden birine adını yönetmen olarak yazdıran Brad Anderson’ın 4 yıl aradan sonra çektiği Transsiberian merakla bekleniyordu. Sibirya Ekspresi ile Çin’den Moskova’ya yolculuk yapan evli bir çift ile, yine trende karşılaştıkları sırlarla dolu bir başka çiftin arasında geçen gerilimli suç öyküsü şeklinde özetlenen filmin ne geriliminden, ne de suç tarafından etkilendim. Bu aralar sıklıkla iki adet çift üzerinden yaratılan gerilim/korku/maceralar gırla gidiyor. Dörtlüyü kurmuşken oturup okey veya sessiz sinema oynayacakları yerde, sürekli başlarını derde sokan, sonra da kabahati kötü adamlara yükleyen bu sıkıcı insanlardan ilginçlik üretmeyi de başaramayan, ürettiğini düşündürüp boş yere göz boyamaya oynayan her zamanki hikayelerden biri bana göre. Sadece kendi çapında kurduğu hikaye bütünlüğünü götürüp nereye bağlayacağına dair bir merakla izlediğim Transsiberian, son yılların modası olduğu üzere Amerika ve İngiltere gibi İngilizce konuşan, terör paranoyasını gittiği her yere taşıyan süper güçlerin Avrupa (özellikle de Rusya) fobileri üzerine bir başka zayıf halka olmaktan öteye geçiyorsa, onun sebebi de olsa olsa, seçkin oyuncu kadrosunun bireysel gayretlerindendir.

Emily Mortimer
her zamanki gibi elinden geleni yapmakta. Özellikle artık dünya üzerinde neredeyse konuşmadığı İngiliz aksanı kalmayan usta aktör Ben Kingsley’in canlandırdığı Rus polis şefi Grinko yorumu göz doldursa da, bence karakterin yeterince geliştirilememiş tasarımı filmin genel vasatlığına eşlik edercesine özensizce havada kalmış. Ayrıca The Machinist’in de görüntü yönetmenliğini yapmış olan (Alejandro Amenábar'ın yeni filmi Agora için de çalışan) İspanyol Xavi Giménez’in çekimleri bile aman aman bir tat vermedi. The Machinist’in gölgesinde zaten hiç şansı yok. Öyle bir gölge olmasa dahi, matruşkalarla uyuşturucu kaçıracak kadar süper zeki bir film işte. Karlı havanın üşütmesini, trenin klostrofobisini hissedememiş olmak şahsi problemim olabilir. Ama şu hikayenin gelişiminin ve sonucunun alışılmadık veya özgün bir yapıda olduğunu düşünmemek konusunda yalnız olmadığımı biliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder