21 Ağustos 2008 Perşembe

The Happening (2008)


Yönetmen: M. Night Shyamalan
Oyuncular: Mark Wahlberg, Zooey Deschanel, John Leguizamo, Ashlyn Sanchez, Betty Buckley, Spencer Breslin, Robert Bailey Jr.
Senaryo: M. Night Shyamalan
Müzik: James Newton Howard

Birdenbire ortaya çıkan, kısa sürede Amerika’nın birçok şehrinde sebebi açıklanamayan garip ölümlere ve intiharlara sebep olan doğaüstü bir olay meydana geliyor. İnsan davranışlarındaki bu garip değişikliğe neyin sebep olduğu bilinmiyor. Bir terörist saldırı, kontrolden çıkan bir virüs mü, ya da hava yolu ile mi yoksa suyla mı bulaştığı açıkanamıyor. Binmiş oldukları trenden indirilen hayatta kalmış bir grup insan bu tanımlanamayan felaketten kaçabilmek için plansız programsız bir biçimde yola koyulurlar.

Bilimsel manada kafa karışıklığı bir yana, dramatik anlamda yerlerde sürünen senaryo ve karakter gelişimleri ile de Shyamalan'ın en kötü filmi olduğunu söyleyebilirim gönül rahatlığıyla. Aslında gönlüm rahat değil. Çünkü bu adamın istinasız her filminde başardığı gizem halesi insanı kilitlemeyi iyi beceren bir yapıda oldu hep. Fakat filmlerinin genelinde bu gidişatın sonunu getirememe gibi bir sıkıntısı olduğu da aşikar. Bugüne kadar derme çatma da olsa, işi fanteziye, bilim kurguya, masala, sürprize de bağlasa bir şekilde kör topal filmlerini tamamlıyordu sanki. Tabi ona da bileğinin hakkıyla tamamlamak denirse. Mesela The Sixth Sense'i bozan tek unsurun finali olduğunu düşünenlerdenim. Fakat The Happening kör topal bir finalden bile yoksun derecede zavallı bir film. Shyamalan'ın düşen grafiğinin dibe vuruşu adeta. Belki bunda gelişmekte ve yükselmekte olan gizem-gerilim çıtamızın böyle bir kitlesel intihar hezeyanına meraksız kalışının da etkisi vardır.

İlerisi için böyle filmler çekecekse belki artık Shyamalan'ın kendini ciddiye alır tavırlarından uzaklaşması, bunun yanında bolca kara mizah çalışması lazım. Çünkü dram yanını geçtik, işi kara mizaha vurmaya çalıştığında çok sık hata veriyor. Öyle adamlar vardır, en sert, en yaslı anlarda bile yaptıkları zeki espirileriyle o kasveti şöyle bir silkelemeyi başarırlar. Shyamalan onlardan biri değil, bunu birilerinin ona söylemesi gerek. O yüzden The Sixth Sense ile sağladığı dram-gerilim başarısına daha ağırlık verip, mümkünse işi hiç espiriye ya da o malum "alakasız anların alakasız tepkileri"ni veren diyalog anlayışından yol yakınken vazgeçmesi şart. Ne gereği var millet intihar ederken sosisli sandviçin, hardalın derdine düşmenin! Bırak bu işleri, sen İngiliz misin?


Belki şu Bayan Jones ile karşılaşıldıktan sonra yaratılan gerilim dokusu sağlamlaştırılsa, hatta tüm şu arılar, bitkiler, intiharlar bir kenara bırakılıp, ıssız bir kırsalda yolunu kaybetmiş bir ailenin sığınmak zorunda kaldığı Bayan Jones kabusu üzerinden bir film çekilseymiş, hiç olmazsa bu filmden daha gizemli, aynı zamanda ürkütücü olurmuş. Üstelik böyle klişe bir kır kabusunu daha da özgünleştirme başarısını daha önce The Village ile göstermiş birisi kendisi. Madem ısrar ediyor, Bayan Jones'u filmin sonunda Marslı çıkarırdı belki ama en azından buradaki kadar dağılıp basitleşmezdi. John Leguizamo'nun canlandırdığı karakterin, hele de onun küçük kızının fonksiyonunun böyle ciddiyetsiz bir filme dramatik duygu sömürüleri katmak olduğunu anlayamayacak kadar sinemacı değilse bu adam tam bir fiyasko! Herşeye rağmen bir The Village hadisesi var ki, onu demeye de pek dilim varmıyor. Çünkü bana göre şu ana dek altına girdiği türlerin altından bütünüyle kalkabilmiş tek filmi o...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder